22 Mayıs 2008 Perşembe

Serpintiler...

İstanbulda yaşasam kesin katılacağım bir paneldi ama ne yazıkki böyle bir şansa sahip değilim, bu şansa sahip olanların değerlendirmesini tavsiye edebilirim sadece..


-------------------------------------------------------------------------------------------------

Serpintiler..





Bulutlar ayrıldı,
Gemi göründü.
Yelkenleri ışık, titreşimleri sevgi.

"Bugün Sevgililer Günü
Kainatta her ışık, Sevgi"

Ruhlarda bir ürperti.
Geri döndü, beni aldı.
Gökler açıldı.
Gizemli yolculuklar başladı.



"bir kuş kolaylığıyla ölmeye de
bin yıl yaşamaya da hazır"

köprü lp'si iç kapağı


Uzağa değil, usta
Öteye hep öteye gitti;

Yalnızlığı ondandır.

Özdemir Asaf


dün sadece bir rüyadır
yarın ancak bir hayaldir
fakat bugün iyi yaşanırsa
dünlerin herbirini bir mutluluk rüyası
ve yarınları ümit hayali kılar

(Dale Carnegie)

anlasana 45'liği iç kapağı..


bütün renkleri içeren
tek bir renk vardır:
ışığın rengi...
kapı aralığından
yüzünüze yansıyan budur...

dünden yarına kasedi iç kapağı..

kimi insan otların, kimi insan balıkların çeşidini bilir
ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin

(Nazım Hikmet)

havalar nasıl 45'liği iç kapağı...


Kaynak

Koridor..

Düşünüyorumda hangimiz sevgiliye özlem çekipte HAVALAR NASIL sizin şehirde demedik, yağmurda hayat penceremizden dışarı bakarken YAĞMA YAGMUR, Hangimiz giden sevgilerin ardından beklemedik GEMİLER DÖNER GERİYE diyerek, bir bahar akşamının donuk sessizliğini bozmadık ESİNTİ ile, hiç bir zaman sevdiğimizin gözlerinde boğulmadık YEMYEŞİL BİR DENİZ'le, Hatta yıkıntılarımızın arkasından kalan düşünsel enkazlarımızı dagıtmadık coşkuyla İŞTE HAYAT 'la HAYDİ SİL GÖZLERİNİ diyerek, veya rüzgar olmadık DON KİŞOT'un değirmenlerinde, Hangimiz Resimlere dalmadık geçmişin boğukizlerinin, keşmekeşliklerinin, üzüntülerinin ardından bakarak demedik ki BEN DEĞİLİM o resimlerdeki diye, Hatta Sevmeyi öğrendik SEVECEN olmadık evrene sonsuz kainata sımsıcak bakarken, Ve demedik ayrılıklardan sonra anlayıpta yoklukları YAZIK OLDU YARINLARA DİYE
Evet dostlarım aklımdan geçenler bunlar ve teşekkürler İlhan İrem bize mutluluk çerçevesinden hayata farklı bir açıdan baktırıp, pozitif düşüncelere sürüklediğin için
Hayata Işık ve Sevgiyle bağladığın için...

Yazı Kaynağı.

1989 da Uçun Kuşlar Uçun albümündeki Koridora Doğru şiiriyle başlayan müzikal süreç hayat öpücüğü / the best of ilhan irem/3 albümüyle (bence) neticelenmiştir. Özellikle bu süreçteki tüm çalışmaları dinlemenizi tavsiye ederim. Tabi belli bir hikayesi olan albümleri dinlemeyi seviyorsanız..

bu müzikal yolculuğu en güzel şekilde anlatan albümler bunlar bence..


yine ayrılıyoruz.
yine kendinle kalacaksın bensiz
tekrar görüştüğümüzde
ben ben olmayacağım artık
ve sen sen olmayacaksın belki.
sesimden anlayacaksın.
başka şarkılar, başka öyküler anlatacak yürek gözüyle dinleyenlere
yine ayrılıyoruz
gel gör ki; artık uzaklıklar ayıramaz bizi
hayat yükselen bir daire
hep aynı noktalardan geçiyoruz binlerce kere
farklı yüksekliklerde
dairelerini pekiştir, tamamla
müziği başa al, tekrar dinle...tekrar...tekrar...tekrar...









İyi dinlemeler..

Şakayla Karışık

ŞAKAYLA KARIŞIK


Osman F. Seden imzalı 1965 yapımı bir başyapıt. Akün Filmden çıkan filmin oyuncu kadrosu da geniş:
Sadri Alışık : Ofsayt Osman
Filiz Akın : şarkıcı kız Filiz
Ajda Pekkan : dolandırıcı Hulusi'nin karısı Ayla
Vahi Öz : Cellat Nuri
Efgan Efekan : serseri rolü yapan yazar ve romancı Kemal Tuncer
Kadir Savun: Adanalı zengin Hüsrev Ağa
Aziz Basmacı : Adanalı zengin Ferhat Ağa
Hüseyin Baradan : dolandırıcı Hulusi
Nubar Terziyan : Emniyet Müdürü
Çolpan İlhan : Hüsrev Ağa'nın gazeteci kızı Zühre
Hasan Ceylan : serseri Ali
Niyazi Vanlı : kaçak serseri
Zeki Tüney : serseri
Ali Seyhan : serseri
Mehmet Ali Akpınar : serseri
Muammer Gözalan : Noter
Haydar Karaer : Meyhane sahibi serseri
Selahattin İçsel : Gol kararı veren hakim
Asım Nipton : Savcı
Muzaffer Yenen : Doktor
konuk oyuncu Hulusi Kentmen : Çift Uskur Hulusi Reis, anlatıcı


Sadri Alışık'ın gözümde devleştiği, bir dakika evvel güldürürken bir dakika sonra gözümden yaş getirdiği, kadrodaki oyuncuların çoğunun o karelerde bir hayal olarak kaldığı bu film; iyilerin çok iyi kötülerin çok kötü olduğu ama sonunda suçlarını kabul edip başlarını önlerine eğdikleri, serseri takımının tophane ehlinin yemesine içmesine bir bakış atabildiğimiz hem eğlenceli hem de hüzünlendirici bir başyapıt.
OSMAN... YANİ YA OFSAYT OSMAN
Hikayemiz Tophane'de namuslu, tövbekar serserilerin, berduşların keyif çattığı bir meyhanede başlıyor. Müdavim akşamcılardan Çift Uskur Hulusi Reis'in anlatımıyla sevimli serseri Ofsayt Osman'ın hikayesine tanık olmaya davet ediliriz :”Bu film yenik, ezik ve beceriksiz bir gencin hikayesidir...”
Bu sosyete kızlarının hepsinin de mantar olduğu, İstanbul şoförlerinin hepsinin de hızlı gittiği...çatlak, patlak, delik de deşik, kambur, kör, lanet manet hepsine bakılıp da mastor çek ilen neşeli şarkıyı da Osman, Osman Ezik yani bilinen adıyla Ofsayt Osman söylemektedir.
Osman, hayatı boyunca hiç gol atamamış, hiçbir işi rast gitmeyen, çevresindekilerce sevilen ama bir o kadar da dalga geçilen, kaybetmeye alışmış ama “Allah büyük be, bir gün bakacak yüzüme” diyebilen bir adamdır. Yeri gelince beylik laflar eden Osman, kendisini ezmeye çalışan herkesin yanında hemen önünü ilikleyen titrek bir adam olmaktadır. Bildiğin ezik...
Osman'ın belki de sonunda gole gideceği yol iki zengin Adanalı iş adamının bahsi ile açılacaktır. Hüsrev Ağanın kızı Zühre ile Ferhat ağanın oğlu Sarı Ökkeş yurt dışından dönmektedir. Sarı Ökkeş, Zühre'ye kör kütük aşıktır. İki ağa ise birbirine düşmandır. Aşk laftan anlamayacağından Ferhat Ağa, Hüsrev Ağanın kızını istemeye gider. Atışırlarken ortaya çıkar ki ne Ferhat ağanın ailesinde iki yüz okka kaldıran hamal vardır ne de Hüsrev ağanın sülalesinde Toroslar'da kırk kişi soymuş bir Eşkıya. Bahse tutuşurlar ve olaylar gelişir...
DÜNYANIN EN ORJİNAL BAHSİ
İşgüzar ağalarımız soluğu noterde alırlar. Bahsin konusu şudur : dünyada berduşların , serserilerin arasında da iyi yürekli, mert ve efendi insan çıkıp çıkmayacağı. Taraflar bu bahis için sokaktan seçecekleri dört başı mamur bir serseriye tam bir milyon değerinde bir çek verecekler. Serseri, bir ay sonunda parayı iade ederse bahsi Hüsrev ağa kazanacak. On parasını dahi zimmetine geçirirse Ferhat ağa kazanacak.
Gazetelerde yer alan bu haber serseri takımı arasında büyük heyecana neden olur. Namuslarını kurtaracak bu serseriyi kendileri seçmelidirler. Nihayetinde serseri kafalardan çıkan sesler şöyledir :
“ yok arkadaş, öyle berduş, kopuk, serseri ama hepimizin namusu var...”
“çoluk çocuk işi değil bu...”
“serseri takımının da bir namusu olduğunu dünyaya ilan edecek...”
Bahis basında geniş yer bulmuşken Osman da bir sebeple nezarete düşer. Hatta onu orada gören emniyet müdürü bile “bırakın şakayı be ofsayt Osman o, olsa olsa şahit olur ondan” der. Hüsrev Ağa ve Ferhat Ağa da azılı bir serseri bulmak için emniyete gelmişlerdir. Emniyet Müdürü bu iki şaşkının bahislerini duyunca “ beyler... size hakiki bir canavar vereceğim ” diyerek Ofsayt Osman'ı karşılarına diker.
İmzalar atılır, bir milyonluk çek Osman'ın cebine konulur. Osman'ın hisleri karışıktır : “ Bir milyon bu be bir milyon be. Leblebi olsa bile bir senede sayılır be. Allah inandırsın gülle gibi oturuyor buramda vallahi billahi”. Bunları yanından ayrılmayan Kemal'e demektedir.
Serseri takımını Ofsayt Osman'ın temsil edeceği duyulunca “ namusumuz elden gidiyor, erkeklik kim ofsayt Osman kim be” feveranları duyulur.
Hemen en kral araba, en lüks ev, en afili kıyafetler alınır... Zengin semtindeki ilk günlerinde yan komşuları dolandırıcı Hulusi de iflastan kurtulmanın yolunu aramaktadır fellik fellik. “İflas halindeki bir şirkete kimse para yatırmak istemez olmaya ki dağdan inme bir ayı...” lafı ortada dolandığı anda Hulusi'nin cin karısı Ayla'nın aklına cin bir fikir gelir. Sonradan görme hödük komşuları Osman'ı kafalayacaklardır.
SEN OFSAYT NEDİR BİLİR MİSİN ?
İşte böyle. Osman kendisine dadanan ve sahte hareketlerini sezdiği ama dalgasına baktığı bu insanlar için “ paranın kağıt üzerine yazılmış rakamlarını gören böyle olursa, sahicisini gören ne yapar be?” yorumunu yapmaktadır.
Burada Osman'ın ağzından ilk " sen ofsayt nedir bilir misin ?" tiradını duyarız. Ayla'ya şöyle diyecektir :
“Ofsayt nedir bilir misin ? Ofsayt... Futbol yani . Tam gol atacak gibi olursun, hakem bir düdük...geri çevirir insanı. Benim şansım böyledir anam böyledir işte. Benim ki şans değil rüşvet yemiş futbol hakemi mübarek . Geçtim golden, out bile attırmıyor. Hep ofsayt hep ofsayt “.
ŞAKAYLA KARIŞIK İŞLER

Bir eğlence gecesinin sonunda arabasına atlayıp evine gitmektedir Osman. Hırçın dalgalara eşlik eden acı acı öten bir vapur düdüğü duyulur Sarayburnu'nda. Genç bir kız, Filiz... az sonra yaşamına son verecektir. Osman yetişir imdadına. Sabaha kadar derdini dinler filiz'in. Filiz, şarkıcılık yaparak kalp hastası kardeşinin kurtulması için çabalamaktadır. Ağlar, ağlar açılır, sonunda sorar “ bana kendinizden hiç bahsetmediniz, kimsiniz siz ?” . Osman'ın dilinin ucuna gelir ofsaytlığı ama kıvırır “ ben Osman... of... yani Of'lu Sayitoğlu Osman, biraz Adanalıyım”.
OF'LU BİRAZ DA ADANALI OSMAN
Osman'ın aklı Filiz'de, bedeni Ayla'nın onun adına düzenlediği partidedir. Kumar masasına oturturlar, dümenden yenilirler Osman'a. O aldığı parayı doğru Filiz'in kardeşine götürecektir. Filiz'in çalıştığı barda ise Adanalı Osman adında bir zengin konsomasyon karşılığı Filiz'e para vermiştir bar sahibi aracılığı ile. O kadar çaresizdir ki , satacaktır bedenini filiz bu gece.
Şakayla karışır işler sanki. Osmanlar karışmıştır. Filiz o gece karşısında Osman'ı görünce yıkılır. Kendisini ölümden kurtaran bu genç adamın zor durumundan yararlandığını düşünür. Gecenin sonunda yanlışlık anlaşılır . Osman'ın gözlerini gökyüzüne dikerek “ Yarabbi... n'olursun bu defa ofsayda düşürme beni. Büyüksün sen . Bu kız, bu çocuk... bi kerecik olsun düşmeyeyim terse hı ? N'olur bi defacık !”
SERSERİLER TELAŞTA
Öte yandan serserilerin namusunu kurtaracak olan Osman serseri takımının yakın takibi altındadır. Kumar oynaması, bara gitmesi, hiçbir kişinin konsomasyonuna çıkmayan güzel filiz'i konsomasyona çıkarması, yani anlayın işte kim bilir ne büyük para yedirdiği dolayısıyla çeki bozdurduğu fikri sabitiyle serseriler, Cellat Nuri önderliğinde emniyete giderler :
“ Yani ya malumat-ı arızamız şudur ki yani bizler hepimiz tövbekar olmuş itleriz müdür bey”
serseriler ellerini göğüslerine vurarak “ Allah'a şükür ağbi”
“ Yani ya Allahıma kitabıma kanun karşısında annadınız mı bittabi, boynumuz kıldan incedir bilakis.”
Emniyet müdürü :
“ peki anladık da ne istiyorsunuz ?”
“ ha tamam geldik pırasanın faziletine. Af edersiniz yani ya bu milyonluk bahis dalgasına fena bozuluyoruz yani ya”
“ne yapalım ?”
“ ayağının altını öpeyim müdür bey kurtar namusumuzu”
“ Yahu ortada suç yok ihbar yok ...”
“Kurbanın olayım abi hiç Ofsayt Osman bizleri temsil edebilir mi ? Yahu erkeklik öldü mü müdür bey ? Parayı aldı mı pırrr, bizim namus da o biçim !”
“ yanlışınız var galiba, bizim öğrendiğimize göre inanılmaz derecede cazip iş tekliflerine kahramanca göğüs geriyor”
“ Osman mı ?”
“ he ya”
“ Allah Allah...”
serseriler hep bir ağızdan
“Allah Allah...”
Yine de Ofsaytı tembihleyip bir uyarma ihtiyacı hissederler : “karının façasının astarını dızgallamadan imtihandan geçersen nah buramızda yerin var. aksi halde ... göster ulan tozpembeyi...” tozpembe dedikleri de sustalı.
OSMAN... SEVGİLİM !
Ansızın bir gece Ofsaytın titrekliği, korkaklığı, ezikliği gidiverir. Barda , ondan çeki almak isteyen dört herifi hacamat eder. Bir kafa bir yumruk derken Filiz o kalabalığından arasında “ Osman... sevgilim” diye bağırınca dereler tepeler dağlar dümdüz olur Osman'ın gözünde. “ Allaaaaaahhh...” Allahtır be.
Bir gün önce ona tozpembeyi gösterip de gözdağı veren ağır abiler tekrar gelirler. Cellat Nuri :”Afferin Osman afferin sana, herifin içinde gizli cevahir var ” .
“Yahu yani ya benim bu gaz tenekesi almıyor bu dümeni nasıl oldu da ettin bu erkekliği ?”
“Şey abi ya... filiz var ya bana sevgilim diye bağırdı ya ... işte o zaman buramda süt gibi bişey kabardı”
OFSAYT'IN HAYATINDAKİ TEK GOLÜ

Filiz onu sevdiğini söylemiştir. Ofsaydımızın ağzından şu kalpten sözcükler dökülür :"seni gördüğüm zaman içimde böyle bişeyler oldu. Konuşmayı beceremem ama, anladın dimi ? canımsın be. güneşimsin. havamsın. yani bu ağzımdaki izmarit yok mu be kız işte onun gibi benimsin be. yani buramdasın be. sen hayatımın tek golüsün yani."
OSMAN İMZAYI ÇAKIYOR
Osman'ın hayatında güzel giden bişeyler vardır. Aşıktır, bahsin de sonuna yaklaşmıştır. Meblağ büyüktür, dolandırıcı Hulusi'nin hala iştahı vardır ve sonunda Ayla ile onu kandırmayı başarırlar. Onu körkütük sarhoş ettikleri bir gece değersiz tahviller karşılığı bir milyonluk çeki verdiğine dair kontratı imzalatırlar.
YA BEN BİR SERSERİ OLSAYDIM ?
Aşk çok güzeldir. Osman'ın elinde olsa Filiz'e dünyaları bağışlayacaktır. Bahsin bitmesine bir gün vardır. Filiz'in kardeşinin ise çok fazla vakti kalmamıştır. Her şeyin değiştiği müthiş bir konuşmaya tanık oluyoruz :
- Kardeşimi kurtaran adam olmasan da seni deli gibi seviyorum.
- Kim olduğumu bilmeden mi ?
- evet
- inanmam be olamaz.
- Evet, yemin ederim
- bir insan senin kadar iyi olamaz, ya ben bir serseri olsaydım ?
- beraber serserilik ederdik
- ya ben viranelerde sabahlayan, yiyecek bir lokma ekmek bulabilmek için köpek gibi dolanan , yerden izmarit toplayan bir berduş olsaydım ?
- gene yanında bulurdun beni
- ya herkesin alay ettiği , tekmeleyip attığı bir ofsayt olsaydım ? Ofsayt nedir bilir misin ? Hayatta bi...bişey yapamamış , dikiş tutturamamış, bir... bir kere bile gol atamamış bir beceriksiz olsaydım ?
- golünü atıncaya kadar sana top taşırdım
- olamaz be... sen bir rüyasın
.
Bu konuşma Osman'ın bahsin bitmesine bir gün kala çeki bozdurmasına neden olur. Osman bu, koca yürekli Osman. Ne serserilerin namusu, ne de bahsi kazanırsa herkesin kabul edeceği gol umurunda değildir.
Bir milyonluk çekin sadece iki yüz binini çeker. Kendi ipini çekmiştir. Hayatında ilk defa birisi onu olduğu gibi kabullenmiştir , ondan bile vazgeçmeyi göze almıştır. Artık amacı, Filiz'ini son bir kere görüp küçük kızın saçlarını koklayıp, ona sıkı sıkı sarılıp kendi kafasına bir kurşun sıkmaktır.
Filmin sonuna yaklaşırken “ofsayt nedir bilir misin” tiradını gazeteci Zühre'ye okur :
ofsayt nedir bilir misin sen ? İşte o benim. Ömründe Hiçbir işe yaramamış, bir baltaya sap olamamış bir hergelenin heykeli dikilse benim kalıbımı dökerler. Bak hayat hikayem be...beş çocuktan sonra babamın canına tak etmiş, bir doğurursan veledi çöpe atarım demiş. Sonra kış bastırmış , geceler uzun tabi... iş güç yok, annem ebeye ben dünyaya iyi mi ?Okula yazdıralım demişler son gün kayıtlar kapanmış kalmış mıyız ofsayda ? Peder de işe vermiş. İşe girdiğim gün fabrika yanmış gene düşmüşüz ofsayda. Genç olmuşuz, aşık olmuşuz. Tam evlenicez , kasap hamdi'nin oğlu zengin ya, kız kaçmış mı ona ? Kasap Hamdi'nin oğlu gol , ben ofsayt. Hayatımda bir gün forma giyip maça çıkmışım, ilk dakkada ayağım kırılmış düşmüş müyüm ofsayda gene ? Gelmiş askerlik çağı, bahriyeli olalım diye çırpınmışız ... böyle buraya kadar açık palet, şapka... mahallenin bütün gençleri bahriyede Ofsayt Osman Polatlı'da topçu taburunda. Bi gün kahvede yanlış ceket giymişiz , cebimizden esrar çıkmış , esrarkeş Samsa Nuri Beyoğlu'nda bara, Ofsayt Osman kodese, naber ?Sonra Otobüslerde çığırtkanlık edelim dedik, daha ilk gün kaza oldu, sekiz yolcu turp gibi evlerine, Ofsayt Osman hastaneye... sonrası serserilik , sefalet.. her gelen attı bir tekme her gelen attı bi çelme adımız çıktı Ofsayt Osman'a.
SONA YAKLAŞIRKEN
Artık Filiz'e veda vakti gelmiştir. Veda edip, köşeyi dönünce kafasına sıkacaktır kurşunu. Heyhat ona bile fırsatı kalmaz , polisler onu yakalar. Ellerine kelepçeyi vurmadan der ki Filiz'e : Ofsayt nedir bilir misin ? O benim ! Ofsayt Osman !
DİLLERİMİ HAKİM BEY BAĞLASAN DURMAZ
Ofsaydımız hakim karşısında, hayatında yer alan büyüğünden küçüğüne, figüranından baş oyuncusuna kadar herkes mahkeme salonundadır. Serseriler, emniyet müdürü, bahis sahibi milyoner iş adamları, onu dolandıran Hulusi ve Ayla, Zühre, Filiz...
Filmin başından beri olanları şimdi birebir Osman'ın ağzından dinliyoruz.
Savcı , Osman'ın suçlarını bir bir saymaktadır : “kendisine ait olmayan bir parayı, sırf şahsına menfaat sağlamak üzere, kıymetli evrak satımına karşılık göstermiş, piyasaya karşılıksız binlerce hisse senedinin sürülmesine yol açmış ve birçok masum vatandaşın tasarruflarıyla oynamış, dolandırılmasına vesile olmuştur. ayrıca kendisine bu parayı emanet eden 2 şahsın iyi niyetlerini suistimal ederek...”
Osman suçlamaları dinler, kafası karışmıştır. O sadece masum bir yavru için iki yüz bin lira çekmiştir, yüzlerce masum vatandaşla ilgisi yoktur ki. Attığı imzayı gösterirler . Hakim :
- yaptığın hareket düpedüz suçtur.
- öğretmek gibi olmasın ama değildir hakim bey.
- ne?
- asıl suç o kirli davalar. yani bir bahis davasına milyonları trak atıp da ortalıkta hastalıktan kırılan bir çocuğu görmemektir. yani siz daha iyisini bilirsiniz ama asıl suç odur yani.- şimdi o başka ama... senin yaptığın..
- benim yaptığımdan ne olacak hakim bey? bizim adımız üstümüzde... garip bir ofsaytım ben.
- hı.. ne?
- ofsayt yani. hiç gol olmamış adam. öylesine ofsayt. işte o benim. adaletine kurban olduğum Allah'ım bir gün bile güldürmedi yüzümü. ne yaptımsa neye elimi attımsa ters çıktı. Sonra...sonra bir gün bu adamlar çıktı karşıma. trak bastırdılar milyonu. Tamam mı? Sonra şunlar, na şunlar... bütün serseriler ne kadar varsa aldılar etrafımı ulan dediler yani toz kondurursan namusumuza ölmüş bil kendini. Milyonu cebime koydum koymadım karşıma bir kız çıktı. Sarayburnu'nda kendini denize atıyordu. Ben zor yakaladım. Nedir derdin dedim. Kardeşi hastaymış, tedavi de ettiremiyormuş, ellerimde ölecek dedi.
- kimdi o kız?
Filiz : ben
- Sonra etrafımı bir takım dolandırıcılar aldı. Na en başta bu dolandırıcı.Hulusi : hakim bey...- Kim yer o bayat numaraları be.. Evine davet etti inek, af edersiniz. Daha merhaba demeden karısı dolandı boynuma, oturttular beni sonra kumara, mahsustan kaybettiler yani ileride parayı böyle kökten götürmek için anladın mı? Ben yer miyim be?
- Ne yaptın kazandığın parayı?
- Doğru küçüğe götürdüm hakim bey abi.
Filiz : O parayı bulamasaydım o gece ilaç alabilmek için kendimi satacaktım.
- Bir müddet oyalandı yavrucak. O arada ne kadar büyük baş hayvan varsa , af edersiniz, yani böyle büyük şirket sahibi varsa toplandılar etrafıma yağdırdılar parayı böyle yaldızlar, daha neler neler. ama ben hepsine verdim fasoyu söylesene abi be...
emniyet müdürü : Evet efendim. söyledikleri doğrudur efendim.
- Ya hisse senetleri? Sahte senetler?
- Bilmiyorum hakim bey. vallahi billahi bilmiyorum.
Hulusi : Yalan, kontratı yanımda imzaladı.
- aa. ben mi?
Hulusi : şahitlerim var efendim...
- ben... ya ben...
Ayla : yalan. Kontratı kendisini sarhoş edip bizzat ben imzalattım.
- ne demek istiyorsun?

Ayla : Daha doğru dürüst okuması yazması bile yok. Kendisinden hatıra bir resim istedim, yanında yoktu. Bari bir imzanı at dedim. kağıdı büküp boş yere imzasını attırdım. sarhoşluktan gözünün önünü göremiyordu. kabahat benimdir.
- hey Allahım... ne haber?
hakim: ama ne de olsa...
- Yani öğretmek gibi olmasın ama kimsenin on parasına dokunmadım. kimsenin emniyetine yani böyle bir halel getirmedim. Ama o küçük kız.. .Ya iki güne kadar gitmezse ölecek dediler hakim bey. Böyle bir şey... Hani saksıda çiçek gibi şu kadarcık. Sen olsan ne yapardın hakim bey ? Ya siz...Ölecekmiş, ölmesin dedim! Bir can kurtulsun dedim. Bütün hayatımda ofsayt dediler, bir işe yaramaz, sümsük dediler, varsın yine desinler dedim. Hayatımda bir defacık bir kız sevdim, onu da kaybedeyim dedim. Hayatımda bir kerecik bir şey kazanacak oldum onu da kaybedeyim dedim. Tek, bir can kurtulsun dedim. Çocuğu kurtaracak kadarını aldım, üst tarafına el sürmedim. Fena mı oldu? Sizler, hepiniz...hepiniz, hepiniz hakem olun abiler... ya bu maç be. Tıpkı bir maç. Ama böyle hayat sahasında oynanıyor. Oyuncuları bizleriz. Topumuz da namusumuz, vicdanımız, insanlığımız. ben, ben Osman. ofsayt Osman. Söyleyin be... Allah rızası için söyleyin. Gene mi atamadım golü ha? Bu da mı gol değil be? Gol mü?
Zühre : gol!
- bu da mı gol değil be!
Ferhat Ağa: gol yavrum gol
.- bu da mı gol değil!Adaletine, insanlığına kurban olayım hakim bey, bu da mı gol değil ?
- gol!
Filmden notlar :
Ayda Pekkan'ın Fecri Ebcioğlu etkisiyle Türkçe'yi sanki yabancı bir aksanla söylediği dönemdir. Film boyu Ajda'dan iki şarkı dinleriz. Adamo'dan bildiğimiz bu şarkının sözleri şöyledir :
Yalnızım ben yalnız
Bak çok yalnızım
Ne aşkım dostum var
Ne kış ne yazım
Ve aşk ararken sen çıktın karşıma
Hayır deme ne olur temiz aşkıma
Haykırıyorum aşkımı her zaman
Bak yaşayamam inan
Sen sevgilim olmadan
Bu şarkının ardından Ayla, Osman'a şarkının sözlerindeki gibi kur yapar. Osman :” Söyle bee, yalan da olsa hoşuma gidiyor” demektedir.
Ajda'nın seslendirdiği bir diğer şarkı da “Her yerde kar var “ dır. Şarkıcı Filiz rolündeki Filiz Akın da iki şarkı söyler. “Tombalacık Halimem” ile “Kızılcıklar Oldu mu” türkülerini seslendirenin adı jenerikte geçmediği gibi ses ile o derece oynanmıştır ki, kim olduğunu çıkarmak pek mümkün değil.
Sadri Alışık da tophane Rıhtımı şarkısını söyler . Sözleri oldukça eğlencelidir ve serserilerin hele ki ilk sahnenin atmosferini olduğu gibi tasvir eder :
tophane rıhtımında yaparlar gemi aman aman
oturmuş ehli keyifler çekerler demi
çatlak, patlak, delik de deşik, kambur, kör, lanet, manet hepsine bak
çek mastor çek aman aman dalgaya bak
tophane rıhtımında herkesin dalgası,
kafası saat gibi, fasonu var
Tophane rıhtımında var bir meyhane
çok naz etme hanım abla doldur bir tane
tophane rıhtımının kızları, alayı bacımız a bacımız,fasonu var
tophane rıhtımında yaparlar kantar
bu sosyete kızlarının hepsi de mantar
tophane rıhtımında bütün dalgalar,
havada donuyorum, fasonu var
tophane rıhtımının kızları nazlı
şu İstanbul şoförleri hepsi de hızlı

Osman keyifli olduğu bir sırada bilindik bir türkünün sözlerini değiştirerek terennüm eder mesela :
bu ne biçim börek, nazlı yarin yanında yatmaya kürek gerek...
Ofsayt Osman'ın lügati de oldukça renklidir: ayva, inek, kereviz, zilli, manda, deve, babalık, anam, ağbicim, kofti, düdüklü boyun bandı...
Baştan sona heyecanını , ritmini hiç düşürmeyen filmden ilginç bulduğum bazı ayrıntılar da var.
Film ufak tefek yan hikayelerle de desteklenir ama filmin sonunda onlar da havada kalır. İkisi de gazeteci olan Zühre ile Kemal'in flörtleri, Ferhat Ağa'nın oğlu Sarı Ökkeş ne olmuştur ? Suçlu oldukları halde Hulusi ile mahkemede imana gelen karısı Ayla neden parayı kaptıkları gibi yurt dışına gitmemişlerdir mesela ?
Filiz'in saç şekli pavyondayken dağınık, dışarda, Osman'ın yanında iki örgüdür.
Altmışlı yılların ortasında geçen filmde elini her atanın bir telefona ulaşabilmesi de oldukça ilginç. Ancak kuru boğazına bakabilen Filiz'in evinde bile telefon vardır.
Çift Uskur Hulusi Reis'in filmin başında Hurşit Ağa olarak takdim ettiği Kadir Savun, filmin gerisinde Hüsrev Ağa olarak anılır. Adanalı bir ağa adından daha çok Trakyalı bir zengini çağrıştırır.
Pavyon çekimlerinde benim de çok sevdiğim arkadan ışık verilerek, sadece kişilerin gölgesinin yansıtıldığı perde ardından görünüm de kullanılmış.
Pavyondaki kavga sahnesinde uzak çekimlerde Filiz elleri yana açık dururken, yakın olan çekimlerde ellerini ağzına götürmüş şekilde çığlık atmaktadır.
Osman'dan gazeteci olduğunu gizleyen, romanı için aldığı bütün notların tamam olduğunu söyleyen Kemal Tuncer'i hiç not alırken görmeyiz. Gazetesine sadece telefonla bilgi geçmektedir.
Öpüşme sahnelerinde Ajda Pekkan'ın daha cesur olduğu aşikar. Bunun yanı sıra Sadri Alışık'ın öpüşme sahnesi içeren başka bir filmini dahi bilmiyorum o yüzden de oldukça özel bir film.


Kaynak: Çilek'in Dünyası (Nostaljik Türk Sineması Blogu)

.....




"ergenlik nedir bilmiyorum... muhteşem çocukluk dönemimin bitimine denk gelen berbat zamanlardı sadece... olması gerekenin aksine vücudumda tüyler çıkmadı. boyum uzamadı. sesim kalınlaşmadı... önceleri komik görünüyordum diğer çocukların arasında... sonra da görünmez oldum zaten.


çocukluk öyküleri yazsaydım ne güzel olacaktı. salak gibi ergenlik öyküleri diye köşe yapmışsınız... salaklar....

evet her neyse... günlerden bir gün beni gibi bir çocukla tanıştım. oğuz... tek şansım odur. bir de karikatür... hayatta kalmamı sağlamışlardır.

evin önündeki duvarda oturduğumuz bir gün oğuz paçamı sıvadı. "vay göööt!!! bacaklarında kıl çıkmış lan!" diye bağırdı. bir süre benimle konuşmadı... çok geçmeden onun da bacaklarında kıllar çıkmaya başlayınca eski muhabbetimize geri döndük....

'hiç ergenliğe girmedim' diyerek büyüyenlerdenim. şanslıyım belki de.. "ah ulan gençliğimizde neydik be" falan diye üzülmeme gerek kalmayacak. bir yerleri eksik kalmış yaşlı bir amca olacağım.... sanırım.

"yaşıtlarım gezip oynarken ben karikatür çizdim" diye bir cümle var ya hani... ağzına sıçayım o cümlenin... "bana ayıp oldu" diye düşündüm hep... "bana ayıp ediyorsun allah'ım..."

üniversite ikinci sınıfta sesim kalınlaştı. üçüncü sınıfta boyum uzadı. birinci sınıftayken hocanın oğlu sanırlardı. hoca da beni markete sigara almaya gönderirdi... o hocanın da kötüne koyayım.

cırcır böceklerinin sesinin yıldızlardan geldiğini sanırdım küçükken... bunu birine anlattım. o da dedi ki: "aaa ben de öyle sanırdım lan"... ulan dedim, ne kadar romantik çocuğum diye seviniyodum ben de... herkes aynıymış.

sonra bir gün top oynayıp eğlenirken oğuz dedi ki: "bak lan, hayat ne güzel..." sonra top oynamaya devam ettik... bu oğuz'un intihar etmemek için bulduğu dandik bir formüldü... kimse ölmediğine göre işe yaradı belki de.

öyle çok süper aile ilişkilerim yoktu. anneannem çok acayip kadındı. bunu birine anlattım. o da dedi ki: "aaa benim anneannem de çok acayip kadındır lan".... eeeh yeter be! dedim. en şahanesi benimki işte. hiç özel bir şeyim olmadığını öğrenmekten sıkıldım artık lan!!

evet ne diyordum, anneannem çok güzel insandı. televizyonda cem yılmaz'ı görüp bana saçımı kazıtmamı ve küpe takmamı önermiştir. delirdin mi anneanne demiştim. eğri büğrü kafam var nasıl kazıtayım... sen de televizyonda ne görsen istiyosun ha...

sonra bir gün anneannemi kaybettim...
cem yılmaz'ın saçları uzadı.
derin bir nefes aldım...
başladım ağlamaya.

başka bir gün bir kıza şöyle bir şey yazdım:

gidiyorsun demek...
şunu iyi bil kızım
ben elimi sallasam.....
ben elimi sallasam,
küçük bir rüzgardan
başka hiç bi şey olmaz.
ben elimi sallasam,
saçlarına takılır.
ben elimi sallasam...
ancak sen giderken
arkandan sallarım.
güle güle demek için.
güle güle...

işin komiği kızın gittiği falan yoktu. sevgili olduk hatta bir iki ay. sonra parkta bir konuşma yapıp ayrıldım ondan. istanbul'a gidip bir mizah dergisine girmeliydim. bir iki yıl sürünmeliydim. ona istediği hayatı veremezdim. vız vız konuştum işte saçma sapan. bana evlenme teklif etti. güldük... sarıldı bana.. sonra gitti. daha öpmemiştim bile.

bir mektubunda kızlardan, ilişkilerden yakınan arkadaşıma "bizden geçti ama bize göstermediler oğlum" diye cevap yazdım. sonra o arkadaşım onlarca kadınla birlikte oldu. bana ergenliğin acısını çıkarttığını söyledi. oysa o acıyı çıkartmanın tek yolu, zamanında o yaşa uygun yaşamaktı...

anneler, babalar!.. çocuğunuz ergenliğe girdiği zaman beni hatırlayın...

anneler babalar beni unutmayın.

bana böyle bir fırsat verdiği için hayvan dergisine teşekkür ederim.

ne güzel unutmuştum lan..."

Yiğit Özgür

hayvan, aralık 2004 sayısı, sayfa 16-17

V For Vendetta..

Son yıllarda yapılmış kült bir filmden aklımda yer eden sahnelerden bir kaçı..








creedy: ölmeni istiyorum (ateş etmeye devam eder)
v: (üstüne topallayarak yürümeye devam eder)
creedy: neden ölmüyorsun?
v: bu maskenin ardında bir yüzden ötesi var, bu maskenin ardında bir fikir var bay creedy. ve fikirler kurşun geçirmez.(der ve boğazını sıkarak öldürür)

-------------------------------------------------------------------------------------------------








"Dans etmeden yapılan devrim, yapılmaya değer değildir.."





-------------------------------------------------------------------------------------------------




sahne: evey'i kolcuların saldırısından sonra kurtardıktan sonra;

e:evey
v:v

v: defalarca ispatlanmıştır ki, sadık bir çehre ve dindar bir tavır, yılanı bile deliğinden çıkarır.
e: bu da ne demek?
v: sopayı sakınmamak! (evey'e yaklaşarak) sana zararım olmayacak temin ederim.
e: sen kimsin?
v: kim mi? "ne" sorusunun vücut bulmuş halinden başka bir şey değilim. ve ne olduğumun cevabı da: maske takan bi adamım.
e: bunu görebiliyorum.
v: tabii ki görüyorsun. gözlem güçlerini sorgulamıyorum.
v: yalnızca maskeli birisine "kimsin sen" sorusunun çelişmesine dikkat çekiyorum.
e: haklısın.
v: ama şu hayırlı gecede karşınızdaki bu karakterin kişiliğini anlatan takılmış o bayağı lakabın bir bedeli olarak, izninizle:
voilâ!
velakin, dışarıdan göründüğüyle; feleğin virajları sayesinde vekâleten hem vâziri hem de vebali olmayanı oynamış nacizane bir vodvil eskisi.
bu vecih, kibir vehametinden bihaber vasfıyla veranın vecizelerine vekillik yapan, her şeye rağmen, varlığını yitirmiş bu vehametin vahdetiyle vücudunda neşenin vuku bulduğu ve veznenin velveleleriyle beslenen, velfecirliğe tenezzül eden, vechleri doyurulamaz bir vahşet arzusuyla kaplı bu vegar dolu vazilerin şimdilerdeki vezirinin vefatını vadetmiş bir vekil. verilecek tek bir hüküm var, "vendetta". beyhude bir vaaz değil, vicdan ve vakar adına verilmiş günün birinde vefi olanın ve vaziyeti görenin velisi olacak bir vaattir. velhasıl, bu önemsiz vira vecizeler buradaki vuslatımızın vadesini uzatır. sözün özü, şunu ifade etmek isterim ki; sizinle tanışmak bir onur ve beni çağırabileceğiniz isim v.



e: sen deli falan mısın?




-------------------------------------------------------------------------------------------------



"Tanrı yağmurdadır.."




-------------------------------------------------------------------------------------------------




"bu maskenin altında bir yüz var...
ancak benim değil.
ne altındaki kaslardan daha "ben"dir o yüz...
ne de altındaki kemiklerden. "

19 Mayıs 2008 Pazartesi

Mektup..





"ey sevgilim
ey sevgilim, ey birtanem, ey 'ben'tanem! aç gözlerimi hadi... ve anımsa. günlük ezberimizin bozulduğu, sıradan söylemlerimizin kekeleştiği ilk göz sevişmelerimizi anımsa. sınırlanmış yaşantımızı ilk yırtışımızı... dayatılanlara, sunulanlara yenik düşmüş bakışlarımızın ilk dirilişini, direnişini... tarih yaratıyordu artık o gözler... anımsa. yüklüydük, gayrı insani yüklerin en ağırıyla... aşk bu, kolay mı öyle kapıp da kaçmak? kolay mı öyle tarih yaratıp da zamanın insafına terketmek? sırtlayıp taşınması gerekirdi geleceğe... beslenmesi gerekirdi. azalmanın değil çoğalmanın hücresiydi sırtladığımız... bütün hallerimizin çekirdeğiydi. artık silahımız da oydu... atom bombamız da. nice acılı ve zalim çalkantıların arasından hep onun sayesinde sıyrılacaktık. onu kaybetmemeliydik. o bizim tarihte ilk kurtarılacak ve hep kurtarılacak üretim aracımızdı. zamanla hesaplaşmamızda, didişmemizde, cebelleşmemizde tek kalemizdi. "büyük dünya"ya karşı verdiğimiz mücadelede "küçük dünyamız"dı, savunma alanımızdı, sığınağımızdı. ey sevgilim, ey aşkım! sen var ya sen, hep uğruna mücadele ettiğim barıştın, huzurdun. farklı olma hakkımın, eşit yaşama arzumun ve özgürlük sevdamın köküydün. sen benim sonradan kazandığım sosyal bir hak değil, insan olma temelimdin. ta kendimdin, halimdin. sakındığımdın. ödediğim bedellerin nimetiydin. hep yaşadığım ama hiç erişemediğimdin. sevgilim! inan ben seni onursuz hiçbir sevdayla aldatmadım. bedelin pahalıydı, ödedim... ödeyeceğim. ve günün birinde sevgilim, gözlerim yorulanda... çağır çocukları yanına. aç gözlerimi son bir kez. onlara bebeklerimi göster ve de ki: "sizin babanız beni işte bunlarla sevdi." "


Hrant Dink

Mektup..





her yerde seni görmek, bakışlarımdaki donukluk, zamansız dalıp gitmelerim, senin varlığın fikrinin zihnimi öyle meşgul etmesi ki hayalini bile kuramam, beni kuşatan yalnızlık, arkada çalan müzik, olmayan ama hiç aklımdan çıkmayan ve her daim beni çağıran uçurum sesin, kuş olup uçma fikri, hayalim, hayallerim, hayat ve onun imkansızlığı, çıldırmak, boğazımdaki düğüm, içimdeki burukluk, gönlümdeki kırıklık, mahcubiyet ve hicab, imkansızlıklara götüren sözler, hayaller, hayallerim, bekleyişim ve gelmeyişin, hiçbir şey demeyen bir yaşamın umursamadan akışı, haberim, habersizliğim, bîhaberliğin, sınırsız yaylalarda gezinmeye alışkın aklımın sabitliği tek noktada, ellerin, gözlerin, yaralarım yaralandığım, gözümün feri, gözümün nuru, senin yokluğun, mahpusluk, yaftasızlık, ışıksızlık ne kadar zor! artık ağlamıyorum.

şimdilerde hep seni unutmayı düşlüyorum uykusuzluklarımda. bu bile fikrini atmıyor aklımdan. oysa senin varlığın değil miydi benim yüreğimi ferahlatan, gözlerimi güldüren, neden bu kadar mutlu olduğumu soranlara karşılıksızlığıma sebep. neden şarkılar hep seni anlatıyor? neden her şey bu kadar gözlerimi yakıyor? neden her şey bu kadar anlamsız, neden herkes bu kadar manasız bakıyor bana şimdi?

yazdıklarım hep seninle başlıyor, yazdıklarım hep seninle bitiyor. kalemimde biten mürekkebin bıraktığı son iz sensin. merak etme, ilk iz de sensin. ne çocukluk rüyalarım, ne gençlik hayallerim, ne yaptığım planlar var aklımın labirentlerinde. sen kocaman bir labirent olmuşsun, hiç bilmediğim koridorlarda aç, susuz dolanıyorum devamlı. elimi nereye uzatsam sana dokunuyorum, nereye baksam gördüğüm sensin. her akşam batan sen, her akşam batmayan sen, her sabah doğan sen, her sabah doğmayan sen. sensizlik kuşatıyor bu zalim şehri ve artık şehirsiz kaldım. insanın gönül sarayı yıkıldığında, sokaklarda dolaşacağı bir şehri kalmıyor. insanın mihrabı olmayınca, nere döneceğini şaşırıyor.

nedense içimde delice bir his… bu masalı beraber bitireceğiz. hislerle devam etmiyor hiçbir zaman yaşam. hissetmek ne kadar hayatî olsa da yaşayışımızda, artık onlara güvenecek gücüm kalmadı. yoksa sadece bir masal mıydın, çocukluğumla dalga geçen?

kalemim bitti kimbilir kaç kelime önce, hala yazmıyorum bunları kağıda. yokluğuna da ancak bu yakışırdı! yokluğu böyle sihirli birinin varlığı hep beklediğim. oysa önümde hiçbir şey yok ve arkamda hiçbir şey yok.

geçen gün kaç kar tanesi düştü şehre? güneş kaç tanesini eritti? ya ben sana kaç mektup yazdım hiç gönderilmemiş? kaç kelimenin kanı bulaştı elime? kaç tanesini öldürdüm senin surlarını geçmek için? kaç tanesini, kaleni fethetmek için öldürdüm? sahi, kaç kere öldüm? her kelimenin önünden, elimde sancağımla koşan ben değil miydim?

Kaynak

Anne Ben Geldim..





anne ben geldim, üstüm başım
uzak yolların tozlarıyla perişan
çoktan paralandı ördüğün kazak
üzerinde yeşil nakışlar olan

anne ben geldim, yoruldum artık
her yolağzında kendime rastlamaktan
hep acılı, sarhoş ve sarsak
şiirler çırpıştıran bi adam

kurumuş kuyunun suyu, incirin
sütü çoktan çekilmiş
bir zamanlar dünya sandığım bahçeyi
ayrık otları, dikenler bürümüş

kapıdaki çıngırak kararmış nemden
atnalı ve sarmısak duruyor ama
oğlum, mektup yaz diyen
sesin hala kulaklarımda

anne ben geldim, ağdaki balık
bardaktaki su kadar umarsızım
dizlerin duruyor mu başımı koyacak?
anne ben geldim, oğlun, hayırsızın..


Ahmet Erhan

Sesler, Yüzler, Sokaklar..




Sesler;
yaşamımızdan geçen insanlara aitse de, bizim duyduğumuz gibi aklımıza yerleşen.. Birçoğunu tanımadığımız, çokça "sandığımız", pekçe "yanıldığımız".. Aslında "anlamadığımız".. Öyle.. Bazıları sadece duyulmuş gibi sesler.. Kulağımızdan girdiği gibi içimize yerleşen.. Duyduğumuzu da kendi yanılgılarımıza peşkeş çektiğimiz.. Tamda bu yüzden içimizi acıtan duyabildiğimizde.. Sahiplerine dönemeyen.. Odalarda kalamayan.. Geçen.. Giden.. Bazıları hep kalan.. Yüzü kendini alıp götürdüğü için duymaya yüreğimizin dayanmadığı;

Yüzler;
hayallerden süzülmüş.. O yüzde görmek, duymak, dinlemek istediğimiz seslere resim olmuş.. Ya da -olamamış-... Hiç anlaşılmamış, hep bir fotoğraf olmuş yüzler... Bazıları öyle güzel ki.. Bize kendimizi unutturan ve salt bu yüzden duyabildiğimiz.. Anlayabildiğimiz.. Üzerine resim çizemediğimiz.. Sadece olabildiği gibi yerleşen.. Hiç gitmeyen.. Bazılarını hiç bilmedik yinede..

Sokaklar;
adımlamadıklarımızı yok saydığımız.. Çıkanlar.. Çıkamayanlar.. Çıkmazlar.. Adımladıklarımız.. Kıvrılırken onlarla beraber döndüklerimiz.. Bizi yollara, caddelere, kentlere, sevgiliye, sevmeyene, bir ayrılığa, bir kahveye götürmek için orada olanlar.. oradalıkları varlığımızla bile anlamlanamayanlar... Yüreği geniş, yolları dar, kıvrımları keskin olanları da var... Kaldırımlarında 3 taş çizili pembe tebeşirle bazılarının, kimisinde tek ayak dayamış sokağın umudu göz kırpan lambasına başka bir renk umutla bir kadın.. Kimisine saatinde yenen akşam yemeği ertesi içilen çayın, bardaktaki posası fırlatılmış pencereden, o saatlerde kimsesi kalmamış caddesine.. Bir adam ölmüş yatıyor, bir adam öldürmüş kaçıyor kimisinden..

Her birinin anlamı nerden baktığında॥ Her birinin anlamı kendi yaşanmışlığında.. Her biri nasıl kim bilir.. Her biri herkeste başka...




Kaynak


12 Mayıs 2008 Pazartesi

Nasılsın..




"... -sürekli kalbine batacak bu kurşun/kalem ve sözler...-

ellerimi bir kumru yapıp gökyüzüne bıraktım. hiç uçmadı, rüzgarsız uçurtma oldu yere düştü. ben artık küsüm tüm penceresiz düşlere. düşlerimi her açtığımda kokmasını istediğim iğde ağaçları da artık eskisi gibi değil.

ilkokul önlüğü siyahına sarmalanıp tüm oyunların ebesi olarak buluyorum kendimi. ağzımda yuvarlanıyor türkçe kalıplar. "sen" diyorum. öznesin benim için. ama özenli değilsin hiçkimse için. "ben" diyorum. yüklemim senin için. ama kimse için yüklenemem bu oyunbozanlığı. "o" diyorum. "o" hiç gelmesin, sensizliği "o" da anlasın diyorum.

külrengi şimdi tüm isteklerim. bir akıntıya kapılıp, nereye gitmek istediğini bilmeden gitmeyi istemek gibi seni duymak. doğum günü unutulan bir çocuğun doğum günü şarkısı oluyorum arasıra. ayıplıyorum çocuğun gözündeki garip rüyayı. hayata küfreden bakışlarını ve saçma susuşlarını. çocuk konuşuyor: ben kendime küsüyorum.

bakışlarımı asarak gideceğim senin hiçbir zaman gelemeyeceğin yere. ben gittiğim yerden de uzakta olacağım. artık insanlara ikinci bir şans dahi vermeyeceğim kim bilir. suçlar bakışlarım olacak. hadi bir kelime daha söyle, hadi bir ses daha çıkar diye...

anlatacağımız bir şeyler kalsın geridekilere.
hani söylenmemiş sözler kalmasın’dı. şarkıların hepsi dinlensin’di. yağmurlar hep yağsın’dı. ama sen hiç ıslanmadın ki… islanmayı teni kuru olanlar ister. tenim her zamankinden daha kuru.

resmine dokunamıyorum artık. indirdim bulunduğu sol tarafımdan. hiç görmeyeceğim yerlere sakladım.
hiç alakası yok ama bir çarşamba günü seni çok aradım.
olmadık yerlere gittim. belki gelirsin diye… öyle ortalarda gezdim. kendimi apaçık ortaya serdim. çok bekledim.
beklemek bir şey değil. beklerken öyle uzun uzadıya sarmal düşüncelere dalmak, kendini uçurumdan aşağıya bırakmak kötü.
hayatımın hatasını yaptım ile hayır ben hiç hata yapmadım ikilemi arasında kaybolmak gibi.

hayat kendi kendine satranç oynamak zaten. rakibinin ne yapacağını bilmek garip bir şey. işte şimdi en güçlü rakibim ile karşı karşıyayım. az sonra ne yapacağımı biliyorum. ama engel olamıyorum.
geleceği görmek diye bir şey yoktu. daha düne kadar... "bak söylediğim çıktı." diyorum ama "keşke olmasaydı, keşke mutlu olsaydı." daha baskın çıkıyor. dememiş miydim insanları tanımak zor, çok yaşamak değil çok gezmek-görmek-okumak gerekiyor diye. yaşamak da zor! ben olsam şimdiye kadar çoktan gitmiş olurdum buralardan. -ki gitmek herkesin yapabileceği bir şey değil. mesela ben gitmek istiyorum, gidemiyorum. gitsem bile hep geriye dönüyorum. bir parçamı unuttum, bir dostun gülüşünü, sesini, bir fincan kahvesini özledim diyorum. gitmek güzel. bir yarını gittiğin yerde bırakmadığın sürece. ben aynı şehirde nefes alalım diye defalarca dönüyorum eskiye. "eski" dediğime bakma. daha dün gibi her şey. dünle birlikte gülümsemeler, hepsi geride yani. küçük insanların gölgesi uzadı sonra kalan'da. gün battı ve ben gittim...-

eksiğim. tamamlanmıyor hiçbir yanım. ne yana gitsem hep cevapsız sorular beni buluyor. güçlüyüm diyorum, bunu atlatacağım diyorum. rüya bütün gördüklerim. insanlar bu kadar utanmaz nasıl olabilir diyorum. geleceği görüyorum! geleceksin diye... sonra gelmiyorsun. iyi ki gelmiyorsun. ben şimdilerde ayaklarımı daha sert basıyorum bu dünyaya. diyorum ki; seni çok sevdim. bildiğin gibi değil. hani çok şeyden vazgeçtim bile yetersiz bir cümle şu an. artık sen sadece bir silüetsin karşımda. ben de aynada öyleyim. varım/varlığım öylesine. kendimi sevmiyorum en fazlası. ete kemiğe büründürmemeliydim aşkı. öylece kalmalıydı. en önemlisi


sen bile yakmıyorsun artık içimdeki ateşi.
dışarı çıkmak gerek bazen.
kendini gördüğün yüksek yerden aşağıya atmak...
yapabilir misin bugün?
mesela beni arar mısın?
"nasılsın" der misin?
gülüşünü ekler misin nasılsın'a?
bana yine de "özledim seni" der misin?

...

sen beni özlesen bile...
ben artık o "deniz" değilim.
ben de sana sormak isterim. -hep haklı çıkarken bu hayat yanılgısında...-
elini attığın dallar kırılırken...
nasılsın?
..."


-Alıntı-

Önsöz..



Her şeyin bir başlangıcı vardır, bir sonu olduğu gibi, bende blogumun açılışını beni iyi ifade ettiğini düşündüğüm bir Enis Tek şiiriyle yapayım..


bana sunulan her macerayı attan düşerek tamamladım
beklemedim kimseden birşey,istemedim
(benim için uygun görülenler dışında)
kırılganlıklarım olmadı
hepsine eyvallah çektim, gülerek
ve denildiki
bundan sonra yola katırlarla devam edilecek.

kanıksadım mağlup prens edasıyla halkı selamlamayı
hüzün arası molalarımdır geçit törenleri
hissettirir bana saygın yalnızlığımı
verilmiş sadakamdı her gönül yıkılması
her fotoğraf bir aldanışın belgesidir
aleyhimde sloganlarıma karşı.

aranıza karışmaktı niyetim
ama sırıttım her defasında
ve biraz daha paçavralanmış
döndüm kozaya
tırtıl stajımı yapıyorum
belki de
yüksek lisansım kelebek
kim bilir tamamlarım tezimi
bir koleksiyoncunun kitabı arasında ölerek.

bilenerek geldim buralara
tutunamadım direnerek, ihtimal bilerek
hayat tuttu beni
utanarak kustum özgeçmişimi
ve kendi kustuğumda aksimi gördüm
yoksa bu hayatı aksi mi gördüm?

iddialı,çığırtkan bir başlangıçtı
yontularak salondaki yerini aldı.