25 Temmuz 2008 Cuma

Aşk filmine iki kişilik bilet alınmaz..




Hiç kimseyi özleyecek kadar sevmiyorum kendimi. O yüzden sevdiğim her kadını, bırakıp gittiğim her şehri, katlayıp arka cebime koyduğum, ayılınca bulamadığım her şiiri bir daha asla hatırlamıyorum. Yalnızca kadınları, şehirleri şiirleri değil, kendimi de unuttuğumu gösteriyor bu.İNSAN EN ÇOK KENDİNİ TERK EDİYOR.

Aşk anlatan filmlere bir bilet alıyorsak ve karanlık bir salona girip filmin başlamasını bekliyorsak terk edilmişiz demektir. Hem de bir başkası terk etmiştir, düpedüz kendimizi terk etmişizdir, kendimizi.

Dışarıda sevişebileceğimiz onca yer vardır oysa. Sinema solunuysa karanlıktır. Senarist başarılıysa iyi bir öyküsü, bir kurgusu vardır filmin, oyuncular başarılıysa çok gerçekçi oynamışlardır rollerini kameralar başarılıysa çok güzel açılardan, çok etkileyici sahnelerden göreceğimiz kesindir. Film bizi oturduğumuz koltuktan alıp bambaşka dünyalara savuracaktır. Hiç farkında değilizdir ama; aslında kendi hayatlarımız bambaşkadır!

Oysa soğukta, bir sokak arasında sevgilinin çatlak dudaklarına kaçamak bir öpücük konduran kişinin cebimde bir değil, iki bilet vardır. Gören olur diye kaçamak, tedirgin bir öpücük kondurur önce; ama dudaklar birleştiği anda kim görürse görsün; hararetle emme işlemi başlar. Eğer cebindeki iki biletin farkındaysa insan, ne soğuğa ne de sokağa aldırır; ortalıkta sevişir. Bir daha da gitmez aşk filmlerine.

Sinema salonunu dolduranlarsa yalnızdır, yaralıdır. Her zaman tek bir bilete yetecek kadar cesaretleri vardır. Cebinde iki bileti olanlarsa sokaklardadır zaten.

Aşk asla filmler gibi yaşanmaz. En gerçekçi filmde bile ince ince hesaplanmış, nakış gibi işlenmiş bir kurgu vardır. Kurgu işte; adı üstünde, kurulan şey. Giriş, gelişme, sonuç falan...

Gerçek yaşamdaki aşkta bu bölümlere rastlayamayız. Rastlasak da bu sırayla ilerlemez aşk. Örneğin giriş bölümü aşkın sonunda olabilir.En baştan girilirse belki işin heyecanı kalmaz, gizemi bozulur, hiç girmezsen de platonik aşk olur, o da sıkar tabii. Gelişme diye bir şey yoktur aşkta. Çünkü gelişme bir sürekliliği içerir aşkta ise sürekli olan hiçbir şey yoktur. Bir gelişir, bir geriler, karışık, karmakarışık olur hayatın. Filmlere en benzemeyen yanı da sonuç bölümüdür aşkın. Filmin sonunda ışıklar yanar, salon aydınlanır ve kalabalığa karışırsın. Aşkın sonunda ise yapayalnız kalırsın.

AŞK FİLMİNE İKİ KİŞİLİK BİLET ALINMAZ.ZATEN İKİ KİŞİLİK AŞKTA OLMAZ.........

İki kişinin birbirine aşık olabilmesi için üçüncü kişi şarttır. Issız bir adadaki iki kişi sevişebilir., kavga edebilir, yemeğini paylaşabilir, beraber şarkı söyleyebilir... ama aşık olamazlar. Aşk, bir başkasına “rağmen” yaşanan bir duygudur. Düşünebilecek başkaları da varken yalnızca onu düşünmek, sevişebilecek başkaları da varken yalnızca onunla sevişmektir. O yüzden aşk, en az üç kişiliktir.

Peki aşk filmine üç kişilik bilet alınabilir mi? Alınır tabii. Üç, dört, yada beş kişilik... O zaman grup olarak sinemaya gidilmiştir, bu da çok doğal, hatta eğlenceli bir durumdur. Tek kişi yalnızlıktan, böyle bir kalabalık ise birlikte eğlenme isteğinden aşk filmine gidebilir, çok normal. AMA BİRBİRİNE AŞIK OLAN İKİ KİŞİ ASLA AŞK FİLMİNE GİTMEZ.ÇÜNKÜ FİLMİN KONUSUNUN HAYATIN KONUSUNA HİÇ BENZEMEDİĞİNİ YAŞAYARAK ÖĞRENMİŞTİR ONLAR.

Tesadüf bu ya; cebinde tek bir biletle sinema salonuna girip, koltuğa kurulup filmin başlamasını beklerken yine cebinde tek bir bileti olan biri gelip yanınıza oturabilir. Sokakta karşılaşsanız belki aşık olacaksınız birbirinize. Ama iki saat boyunca yan yana oturursunuz, soluklarınız birbirine karışır ve hiçbir şey hissetmezsiniz. Oturup filmi izlersiniz paşa paşa. Nedeni çok basit, yan yanasınız ve tam karşınızda, bir perdede olup biteni seyrediyorsunuz yalnızca.

Aşkta karşı karşıya olabilirsiniz, yada arka arkaya, o kadar. AŞK,ASLA YAN YANA OLMAMAKTIR.

ALTAY ÖKTEM (Penguen)

21 Temmuz 2008 Pazartesi

Doğum Günün Kutlu olsun Aydan..





Sesim güzel olmadığından bir doğum günü şarkısı söyleyemeyeceğim ancak parmaklarım döndüğünce bir şeyler yazabilirim herhalde.

Doğum günü; ”Gelemedik ama unutmadık da” ile başlayan hasretleri, arkadaşının, eşinin, dostunun kısacası “önemlisinin” takvim yaprağında doğan kişinin ismini ağırlayan bir gün.
Kelimelerin bildik duygularla özetleyebileceği günlerden biri değil bu gün. İnsanların bu gün doğan için ve hayatlarında bulunduğu için ne kadar memnun olduklarını belli etmek istedikleri, birlikte herhangi bir şeylerin yapıldığı gün. Önemli olan yapılanın değil, niçin yapıldığı önemli olduğu bir gün.

Kimininse ne kadar yalnız olduğunu hissettiği gündür doğduğu gün. En hatırlanacak günde de hatırlanılmıyorsa “her şey bitti” dediği gündür, karamsarlık günüdür.

Yaşanılan bir yılın mükâfatı gibi ya da yaşanacak yılı karşılamak gibi bir gündür. Mumlara üflerken dudaklardan bir temenninin, bir duanın geçtiği gün. Sonra ''üüüüffff'' sesinden sonra birisinin aradan ''Alkııııııışş'' diye bağırdığı gündür.

Pastanın üzerindekileri mumları sayamayacak kadar sevinçten kör olmuşsa da doğan; şimdiki yıldan doğduğu yılı çıkarıp aynı sonucu bulur eninde sonunda. Pastanın üstünde bir doğanın yaşı yoksa eğer, yaş saklanabilir, yaşa eklenebilir veya yaştan çıkartılabilir. Yani biraz matematiksel bir gündür. ;)

Eğer geçen yıl iyiyse hızlı, kötüyse yavaş geçen bir yıl olarak nitelendirildiği, Yaşa !, Sev !, Gül ! temennilerinin eksik olmadığı, benim de yazarken kelimeleri yetirmekte zorlandığım bir gündür.

Herkesin yeni yılında güzel öyküler, çiçek çiçek bir ömür dilerim.


Kaynak

20 Temmuz 2008 Pazar

Seni seviyorum Tülsü








.....yazılı telgrafımı alınca bu da ne demek oluyor,tülsü de kim oluyor diye şaşırmış olmalısın.
aklı başında bir insanın yazacağı bir şey değildi doğrusu ;
ama o telgrafı çekerken tam olarak aklımın başında olduğunu söyleyemem,
o gün bir uyur gezer gibiydim;istencim dışında o telgrafı çektim sana...
yabancısı olduğum dünyanın bu sayılı kalabalık kentinde bir haftadan beri ilk o gece bir başıma kalmıştım.
yabancı bir kentte insanın yalnızlığı daha da katmerleniyor. yalnızlıktan içinde bulunduğum hava sanki
yoğunlaşıp ağdalandı ve ben bu ağda içinde zorlukla kımıldıyorum. bu ruh hali içinde bilincimi içkide yitirip ,
kendimi unutmaktan başka umarım yoktu. kaldığım otel dolaylarındaki pahalı restorantlara gazinolara gitmek istemedim.
çünkü kolalı insanlar kolalı masa örtüleri, kolalı konuşmalar değil; buruşuk insanlar, buruşuk masa örtüleri, buruşuk
konuşmalar arasında salt kendimle baş başa kalmak istiyordum.
yan sokaklara daldım çıktım, öyle ki bir zaman sonra o büyük kentin içinde kendimi kaybettim .
yabancısı olduğum büyük kentlerde kendimi kalabalığın akışına bırakıp yitirmeyi seviyorum.
nasil olsa bir taksiye binip otele dönebilirim...
gönlümce bir kaç içkili yer buldum.
kiminin kapısından girip, kiminin dumanlı pencere camından baktım.
tek başıma kalabileceğim, bos masası olan bir yer buldum.
bir tek masa kalmıştı boş, vestiyer yolu üzerinde olduğundan boş kalmış olacaktı!
hoşuma gitti. konuşmaların uğultusunda bile alkol kokusu vardı. yabancılığımı yüzüme çarpan hiç bir şey yoktu.
hizmet eden üç kadın vardı, bunlardan akdeniz esmerliğindeki kadın masama gelip istediğimi sordu,
karışık peynirle salata, beyaz şarap istedim. istediklerimi getiren kadın küçük cam vazo içinde
bir tek kırmızı karanfil getirme inceliğini de gösterdi.
teşekkür ettim...
o tek karanfil, göz için olan o irilerden değil ama yanık kokusu olan küçük karanfillerdendi. bütün kokusunu
içime çekip, bitirmek ister gibi kokladım. içiyor, yavaş yavaş kendime geliyordum...
yüzüm kapıya dönüktü, kapının açıldığını görmemiştim ama kapının girişinde duran o adamı görmüştüm.
benim yaşımda birisi idi; öylece dikilmiş oturacağı boş masa arıyordu bakışlarıyla. gözüne
beni kestirmiş olacak ki yanıma geldi müsaade ederseniz bende oturabilirmiyim?... dedi.
isteksizce elbette buyrun dedim.
yalnızlığımı bölüşmek istemiyordum; hele böyle biri ile. canım sıkılmıştı, teşekkür edip oturdu karşıma.
o akdeniz esmeri kadından tıpkı benim gibi karışık peynirli salata ve beyaz şarap istedi.
benim yaptığım gibi tek karanfili derin derin kokladıktan sonra
--ben bu küçük kokulu karanfilleri o gösterişlilerinden daha çok severim. her kendini beğenmiş gibi
gösterişli biçimleri vardır ama kokuları yoktur oysa bunlar her alçak gönüllü gibi kendi çığırtkanlığını yapmaz
nasıl da kokar yanık yanık... (!!!)
doldurduğu şarap bardağını kaldırıp "şerefe" dedi. bardağımı onunki ile tokuşturup bende "şerefe" dedim.
artık söyleşi açılmış oldu...
bu kentin yabancısı olduğunu bir haftadan beri burada kaldığını söyledi. bende öyle dedim.
bu kez incelik olsun diye ben sözü açma gereği duyarak ne iş yaptığını sordum.
--tülsüyü seviyorum dedi.
sorumu yanlış anlamış olmalıydı. işinizi sordum dedim.
--ben de söyledim. benim işim tülsü'yü sevmek.
şaşırdığımı anlayınca açıklamak gereği duydu.
--dünyada sevmekten önemli iş olur mu? bugüne dek hep tülsü'yü sevdim ölene dekde seveceğim .
en büyük mutluluk insanın sevdiği işi yapmasıdır. oysa insanların çoğunluğu neredeyse sevmediği işi yapıyorlar.
ne iş yaptığını sorarken ne işle geçindiğini öğrenmek istemiştim.
işini sevme ne demektir diye sorup kendisi yanıtladı:
--her günün 24 saati hatta uykuda bile sevdiğin şeyi düşünmek.
şaraplarımızı tüketmiştik, bir şişe daha getirttik. o yaşta adamın sevgilisi kimbilir nasıl bir şeydir diye düşündüm
yaşınızı sorabilirmiyim?... dedim.
--benim yaşımda birinin sevmeyi yaşamının tek işi saymasını sizde yadırgıyorsunuz .
yetmiş yaşındayım. aynı yaştayız demek ki dedim.
--elbette tülsü'yü merak ediyorsunuz değil mi? herkes merak ediyor çünkü 70 yaşındaki adamın sevgilisi
kimbilir nasıl bir şeydir?...
yaşamınızı adadığınız bu kadını merak ediyorum doğrusu.
bardaklarımızı yine tokuşturup şerefe dedik.
--tülsüyü görüşüm gerçekle düş arası bir olay. çünkü tülsü'yü ilk görüşümü babamın söylediklerinden
anımsayabiliyorum. babamla bir arkadaşının dükkanında oturuyorduk. bozuk kaldırımlı bir yokuştaydı
dükkan önümüzden bir kız geçti yada geçmiş. uzun saçlı 14-15 yaşında bir kızmış.
ben birden irkilip bu kızla evleneceğim dedim yada demişim. babam bu olay o kadar çok yineledi ki onun
anlatmalarından olay gözümde sonradan gerçeklesti kızda somut bir varlık oldu. babam anlata anlata
anımsamadığım bu olayı yaşamış gibi oldum. işte tülsü o zaman gördüğüm kızdır.
öyleyse sekseninin aşmış olmalı dedim.
--neden diye sordu.
--siz 4 - 5 yaşındayken o 15 inde olduğuna göre dedim.
--tülsü yaşlanmıyor ki dedi.
--sonra onu gördünüz demek ki dedim...
--hep onu arayıp durdum benim niçin burada olduğumu sanıyorsunuz? dünyanın bilmediğim bir kentinde ,
bilmediğim bir adreste yaşayan beni bekleyen bilmediğim bir kadındır tülsü; o'nu bulacağıma inanıyorum ve
bu yüzden bütün dünyayı dolaşıp duruyorum dedi.
--ilk gördüğünüzden bu yana bir daha hiç görmediniz mi? dedim.
--gördüm dedi. ben o zaman 30 yaşlarındaydım yine onu aramak için büyük bir başkentteydim. metro
merdivenlerinden iniyordum ki gördüm onu yanımdan yukarı çıkmaktaydı. ancak 20 yaşında vardı.
kestane rengi saçlarını çok kısa kestirmişti. yürüyen merdivende yanımdan geçti.
"tülsü" diye seslenmek geldi içimden ama olduğum merdiven yürüyüp gitmişti aşağıya.
başka hiç görmediniz mi?...dedim.
--gördüm bir kaç kez dedi. tuna nehri kıyısındaki o kentte ilk gidişimdi, 40 yaşındaydım o zaman. trenden yeni
inmiştim. gar çok kalabalıktı, trene binenler inenler telaşla koşuşuyordu. işte o kargaşada birisiyle çarpıştım.
başımı kaldırıp baktım ki sarışın mavi gözlü açık tenli ancak 25 inde bir kız tülsü.... bir an birbirimize
bakakaldik!!!...
paketleri toplayıp verdim. o da teşekkür edip yanındaki erkeğin koluna girip gitti...
bu karşılaşmamızdan5 -6 yıl sonra bir uzak asya ülkesinde otobüste gördüm. aynı otobüste 4 durak beraber gittik.
--konusmadınız mı?dedim.--
nasıl konuşabilirdimki onun dilini bilmiyordum. birkez de küçük bir kuzey ülkesinin başkentindeki uluslar arası bir
toplantıda gördüm tülsü'yü.... aynı masada çok kısa bir süre karşı karşıya oturduk. yanındaki zencide kocası
olmalıydı.
--kocasi zencimiydi?
--evet tülsü de zenciydi, olağanüstü güzel bir zenci.
--yine konuşmadınız mı?
--sizde 3 sayili bültenden fazla varmı diye sordu bende benimkini verdim.
teşekkür etti....
yıllar geçiyor ben hep tülsü'yü arıyorum
--ama buluyorsunuz onu.
--bulmak ama nasıl?... bir anlık, bir şimşek parlaması görür gibi ancak, birden parlayıp sönüveren, bulur bulmaz yitiyor yine kavusmak
değilki bu. o na kavuşmak için yer yuvarlağını kaç kez dolaştım. bir balkan ülkesinin başkentindekibir sarayda gördüm tülsü'yü...

daha 30 da bile değildi, bense 66 mi geçmistim. iki erkeğin arasında mermerden
parmaklığın küpeştesine yanlamasına oturmuştu. elinde geniş kenarlı bardak, kırmızı bir içki vardı. ayakta duran iki
erkeğin anlattıklarına güldükçe kırmızı içki çalkalanıyordu. saçları kızıl, gözleri koyu siyahtı. 5 yıl önce hiç ummadığım
bir yerde; hep ummadığım yerlerde ve zamanlarda görüyorum tülsü'yü... birilçedeki bir bankaya girmiştim
birde baktım ki az ötedeki bir banka memuruydu konusuyordu. gözleri yeşildi saçlarını topuz yapmıştı.
hemen çıktı bankadan kapıdaki arabaya binip gitti. son olarak geçen yıl gördüm. bir aakdeniz kentinin motelinde
20 yaşında var yoktu,incecik bir fidan. ben odamın önündeki çardağın gölgesinde kitap okuyordum. afedersiniz
saat kaç sesine başımı kaldırdım ki, karşımda tülsü.... yanında bir delikanlı denizden daha yeni çıkmışlar
su damlaları üstünde tomur tomur saati söyledim teşekkür etti. yüreğim duracak sandim. gittiler bir dahada
görmedim o motelde...
şarabımız yine bitmişti.
--bir şişe daha içermiyiz?... diye sordum,
--içelim dedi.
akdeniz esmeri kadın bir şişe daha getirdi.
--kime tülsü'ye tutkunluğumu anlatsam benimle alay ediyor. tülsü orada burada diye beni oradan oraya
göndermeye kalkıyorlar.beni deli yerine koyup aşağılıyorlar. tülsüye tutkunluğumu dinleyipte
benimle dalga geçmeyen bir tek sizsiniz.
--büyük bir acımayla ;
--tülsü'yü bunca sevmenizin nedeni nedir?... diye sordum.
--nedeni pek çok onu arayıp da bulamadıkça bulduğum zamanda kavuşmayınca tülsü'ye tutkum daha da artıyor,
öyle bir tutku ki gittikçe harlanıp yalazlanıp beni yakıyor. içim köz köz oluyor ona hiç kavuşmadan
kendi yangınımdan, kül olup tükeneceğimi biliyorum. tülsü öyle iyi öyle iyiki...
--neden iyi dedin.
--yanlışlıkla kendilerini tülsü sanarak, birlikte olduğum diğer kadınlar gibi benimle kavga etmedi, kavga
fırsatları yaratmadı, benimle ilişkilerinde çıkarcılık gütmedi, ne versem daha da oburlaşan bir gözü doymaz değildi.
seni seviyorum diye ne beni ne de kendini kandırdı, hiç ikiyüzlülük etmedi hiç bir gizli hesabı olmadı,
çünkü bütün bunların olabimesi için paylaşacağımız zamanımız olmadı ki!...
tülsü benim için üçüncü boyutsuz anlık yaşam olarak kalıyor bir şimşek parıltısı süresince yaşayabiliyorum
onu, bu yüzden onu seviyorum, hep seveceğim,tülsü'yü sevmekten başka işim yok olmayacak da....
--bağışlayın dedim. geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz. bir akarınız, geliriniz varmi?
--hiçbirşeyim yok
--nasıl yaşıyorsunuz öyleyse.
--tülsü yü düşünmeme ,sevmeme, aramama bir an bile engel olmayan işler yaparak, engel olmanın tersine
tülsü'yü sevmem önemli ama, yeterli değil tülsü'yü sevdiğimi bütün dünyaya duyurmalıyım. herkes bilmelidir ki,
ben tülsü'yü seviyorum. bunu anlatmazsam yaşamamızın bir anlamı kalmaz. her insan bu dünyada var olduğunu
kendine göre bir yol bulup başkalarına kanıtlamak zorundadır. yoksa anlamı kalmayan yaşam bir saçmalık olur.
anlayamamıştım açıklamasını, --nasıl yani?... dedim.
--bir insanın yaşamakta olduğunu, salt kendisinin bilmesi yetmez, insan tek başına değildir ki... bir insanın
bu dünyada var oldugunu, yaşadığını başka insanlarında bilmesi gerekir. ve bu bunu nice çok insan bilirse,
o insan o denli daha çok vardır... herkesin varolma nedeni başka başka... benimki tülsü'yü sevmek.
ben tülsü'yü severek sevdiğimi de herkese duyurarak var olabiliyorum.
--nasıl yapıyorsunuz bunu...
--herkese anlatarak işte örneğin bu gece size anlattım. şimdi siz de biliyorsunuz ki, ben tülsü'yü seviyorum.
bu yüzden de ben sizin için artık varım, benim yaşamakta olduğumu biliyorsunuz. herkesede bunu anlatmaya
çalışıyorum.eskiden dağlara, boş kırlara çıkıp ormanlara gidip sesim çıkabildiğince bağırırdım
"tülsü seniseviyorum"sesimin yankısını dinlerdim. hep aynı biçimde bağırmak güzel olmadığından
hem sözcüklerin yerini değiştirerek hem de inceltip kalınlaştırarak sesimi değiştire değiştire bağırmaya
başladım. ormanda haykırdığı gibi ama masadakilerin duymayacağı şekilde incebir sesle bağırdı.
--tülsü seni seviyorum.
--seni seviyorum tülsü.
--seviyorum seni tülsü.
--seni tülsü seviyorum.
--sesimi tüm dünyaya duyurarak tülsü'yü sevdiğimi herkesin öğrenmesini bunu herkes öğrenince de yaşadığımı
var olduğumu bütün insanların bilmelerini istiyorum. bunun içinde yollarda, alanlarda kalabalıklarda başladım
şarkı söylemeye." tülsü seni seviyorum "
--pekala sesiniz güzelmi bari?...
yaşlı gözlerle bakarak anlatmaya devam etti.
--dünyayı dolaşıyorum. her gitiğim yerin postanesinden" seni seviyorum tülsü " diye, tülsü'ye telgraf çekiyorum.
--öyleyse tülsü'nün adresini biliyorsunuz.
--hayır nerden bileyim, rastgele bir adres yazıp gönderiyorum.
--bulamayınca telgraf size geri geliyordur.
--sanırım ama bana değil zira benim adresimde uydurma. çokça kaldığım kent postanelerinde artık beni tanıyıp
alay ettikleri için değişik postanelerden çekiyorum telgrafları. alay etsinler ama öğrendiler artık ben tülsü'yü
seviyorum. tülsü'yü sevdiğim ne denli bilinirse ben de o denli varım. o içkili yerdeki masalar boşalmaya
başlamıştı. bizde gece yarısından sonra yalpalayarak yürüyebiliyorduk ama ne ne konuştuğumuzu bilemeyecek
nede konuşulanları anlamayacak kadar sarhoş değildik.
--dört gündür öğleden sonraları 1-2 saat kültür sarayı alanındayım yarın oraya gelin dedi.
--ne yapıyorsunuz orada diye sordum.
--orda tülsü seni seviyorum diye haykırıyorum sesim kısılana dek. hani sen ne iş yaptığımı sormuştun ya işte
bu benim işim. bu işe nasıl başladım anlatayım:son telgrafımı çekmiştim o gün tülsü'ye hiç param kalmamıştı.
o yana bu yana dolanıp dururken kendimi kültür sarayının önünde buldum. gördünüz mü bilmem çok eğlenceli
bir yer orda herkes kendi hünerini sanatını marifetini gösteriyor. kimisi köpek cambazlığı yapıyor kimi tek başına
3 -4 çalgı çalıp konser veriyor, biri çalgı çalıp biri de şarkı söyleyen ikililerde var. kimi isteyenin karikatürünü çiziyor.
bir adam kılıç tutuyor diğeri ağzından ateş çıkarıyor daha neler neler. bunların başına kalabalık toplanıyor
seyrediyorlar. en çok ilgi gören daha kalabalık oluyor numara ve gösteri bitince isteyenler para atıyor onlara.
olağan üstü bir yer orası. bende böyle bir köşede başladım haykırmaya tülsü'yü sevdiğimi anlatmaya!!!....
hiç ummamıştım doğrusu benim başıma da toplanacaklarını ama çok kişi toplandı kimi alay ediyor kimi dinliyordu.
yorulana dek anlattım sustum, paralar atmaya başladılar. öyle çok para ki hemen koşup
postaneye tülsü'ye telgraf çektim. o günden beri öğleden sonraları o alana gidiyorum, isterseniz gelin.
bir taksiye beraber bindiğimizi otelin adını söylediğimizi anımsıyorum, sonrasını hiç bilmiyorum.
demek sandığımdan daha sarhoşmuşum. ertesi gün sabah uyandığımda dün geceyi bir düş gibi anımsadım.
o gün öğleden sonra alana gittim. gerçekten de dün gece adamın anlattığı gibi eğlenceli bir yerdi.
aralarından geçip dolaştım,sonunda onu buldum seni seviyorum tülsü haykırışını duymasam onu bulmam
kolay olmayacaktı. bende kalabalığın arasına daldım, beni gördüğünü hiç sanmam çünkü benim geldiğimde
seni seviyorum tülsü diye haykırıyordu gözleri kapalıydı. aslında oradakiler utanmasalar tüm gücüyle
seni seviyorum tülsü diye haykıracaklar. oradan sessizce ayrıldım ve hemen bir postanaye giderek
seni seviyorum tülsü diye sana telgraf çektim. kimbilir ne kadar şaşırmışsındır telgrafı alınca?....



Aziz Nesin


Resim: Aydan

Hiç Kimseye Mektuplar -2-





sevgili sen,

bir kırlangıç onulmazlığı daha değil mi o, geceye serpişen.
bıraksana, ne eksiltir ki teninden?
hem bak, zaman nasıl da yetinmez bir şekilde aşındıyor bizi, öteden..
bırak kırlangıçları,
saçlarının arkasında kalsın yuvaları,
kendinden başlamakla, değişmek, farklı dillerin varoluşları..

doğrusu bu ya, sen bakmasaydın sesime, yılgın bir söylence olarak kalacaktım. zararsızdım. uygun ezberdim. hiç atlanmaması gereken bir müfredattım. onaylıydım. yakın. biraz da bıkkın.
sen bakmasaydın, kabuldüm.. sahte okeye dönüyordum..
sen duymasaydın, sırlarımı da katmazdım geceye.

bir ses, ne kadar erken inebilir ki güne, yağmura vurmasa..ki sen sebepsiz yüzüme taşmasaydın, sınırlarım köşesizdi. ezberdi. süngüsüz ve sayrılı.

şimdi küfürle devam edip, susarak bitireceğim hayatı. öngörmeye gerek duymayacak tarihim. çoğul kinimi savuracağım.. durmaksızın hayırlayan bir rol buldum, gözümü kapatarak konuşacağım. bazen kesintisiz avunacağım..

sen dersem, aklına geleceğim.
henüz kırılmış bir fay yontusuna işleyeceğim adını, her yağmurda sızlasın diye sözlerin. vurdumduymazlığın..fay kırıldıkça, yeniden çizilsin diye ellerin..

sen yine de üzerinde durma. zaten sesinden sesime değer hayatıma açtığın ayraç. ayrık tutar irkiltimi, tüm ortak çarpan’lardan..

zor ya artık, gel dersem, uzaklığını zemin yaparım beklentime. yine de bilmelisin ki, yalın bir mor en fazla kendi yalnızlığını bitimsizleştirinceye kadar saklanabilir, sonra? kaç türlü duman engeller ki kararlı bir nimbus’u..yok mu sayacaksın, hiç düşünmeden?

ama anladım belki; dersen, senin çiğ maviliğin beni sonlar, ben yine devam ederim harıl harıl nefes biriktirmeye tütünden.. iskalarım, ama alışarak..yağmalarım küfürlerimi, saklarım. çıtkırıldım açmazlar yazarım yeniden kendime. demiştim, yankırım boşluğunda, ama bu kez sonuçsuz.. ödeşirim kösnül kirlerimle. kursağımda saklarım sen’i. her öksürüşe dip not düşerim sen’den. sakin karşılamam itilişimi..ağrılarımı uzun uzun bekletirim, demi, üzerimde birikmesin diye..dönüştürmem. düz bakarım. eksik işlerim iliklerimi.. hatta üşenmem, bir şarkı yazarım.. bir ölçü yağmur, bir ölçü sonbahar koyarım sus’ların aralarına.. tekrar kısmına da telafilerimi.. belki bu kısık melodim, yitik bir sesle başlar ama subdominant bir uyumla biter.. ki kimse anlamasın sonunu.. ki bitiremesin benden sonra...askıda kalsın her an, dönüşebilir gibi..yarım bir fikir gibi.. ama’sız gibi..tarihsiz bir gün gibi..bir de, sebebe dayanmasın diye, alışılmış bakılmasın diye, dün diye.. sözleri de sadece sesin olsun..katıksız..kendinden kirli..

sen de bitireme, başlamadığını diye..

belki de törensiz sevişirim o zaman başkalarıyla.. kibrit tadında bir özleme dönüşürsün sadece.. avuçlarımın içinden yanarsın, söndürmesin ters esen rüzgar.. hem, biraz da avucuma siner izin.. kokun gelir her an’ıma, zaman hiç’le başlar.. belki o gün, aynı şarkıya takılıp kalmaktan da vazgeçerim, bulamazsın.

zaten kayıtlı değil mi ki benim kütüğüm düşe,
ararsan, bil diye..


Kaynak


Resim: Aydan

Hiç Kimseye Mektuplar -1-




Sevgili sen,

artık önemi yok.
zaten tüm kuytular ıssız ve iletken değil mi? hem gerçekten önemi yok artık, hangi ellerimle tanıdığımın sen’i. giderek yoğunlaşan bir buğu ile gelip oturmuşsun kanıma. öyle yerleşmişsin ki, gelemezsin de artık. çağın bittiği yerde çünkü bizim şehrimiz. kör bir uyum an’ımız. uzak. hala kapalı sahafımızın kepenkleri. gürültüsüz de açılmayacak anlaşılan. geçmişimizin pasları üzerimize dökülecek. korumasız. boşver hiçbir zaman bilinçli bir tüketici olmadık ki zaten. sınırlı bir üretici olmayı geçemedik hatta hala..bir türlü. dadandı çıplaklığımıza tüm hızlı konuşanlar, çabuk sonuçlayanlar. sustuk. sadece nemli duvarlarıma akan kararlı tanrıçalığın yorar beni bu saatten sonra. çünkü insan kendi çürümüşlüklerinden bir ermiş yaratabilir. ya da susar.


bir susmaktır, aldı başını gider. belli etmediğini düşünürsün sen. ama eder. hem sen yosma bir bıldırcın falan değilsin. çünkü sen sakınmazsın, astarsız gülersin ve düşünürsün hala az yaşarken...kendi inini, bağbozumuna çevirebilirsin. belki de hala dalgın bir intikamla sevişirsin..testiden şarap ikram edersin.. cümlelerini ve gizil gölgeni, susuşuna sıkıştırabilirsin..kimi soyutlukların, zor okunan alt yazısı olabilirsin..hala.. Yorgun musun ve bıkkın..sen de sadece kendi düşlerinde soyunsaydın. bir yalın krizantem olarak baksaydın bana. sadece. yaşanmamışlık korkutsaydı. dedim ya, ben modern aşk yabanisiyim. ondan hala bağdaş kurarım. yer sofrası huzurdur bana.. uzağımdır güncel avanelere. ama hızlı eskirim dönem dönem. sigara içer gibi yaşarım, uzun aralıklarla ama; yoğun, arka arkaya. o yüzden durma öyle. bak boşluğunda yankıyor tercihim, çünkü araf, elimin tenine değdiği yere yakındır..
geldiysen buraya kadar, boşver sen yine; beni sağdan sola oku, yaşa ve öyle kal.

bizim yaftamız da bu.


Kaynak



Resim: Aydan

Beni Unutma..




"...sonra ayrılığa da alışıyor insan.
acıkmak, susamak, uyumak kadar doğal geliyor.
önceleri elim elini çok aradı.
şimdiyse bir başkasını bırak,
elim kendi tenime değse donup kalıyor.
seni kalbimden atamayacağımı anlayınca,
kalbimi yerinden söktüm.
yüzünü çerçeveletip içime astım.
anladım ki yeni aşk arayışlarına hiç gerek yok.
çünkü aşk, sadece söktüğün kalbinde kalıyor.
çok zaman geçti biliyorum.
ama bilmen gerek:
'sen beni öldürüyorsun,
sen bunu bilmiyorsun'..."

hiçbir şey kalmamalıydı senden bana. benim için artık anlamsız gelen kitap yığınları, sayfalarca mektuplar, birbirimize iliştirdiğimiz notlar hepsi ama hepsi yakamdan düşsün istiyorum. nereden başlasam anlatmaya bilmiyorum ama yazmaktan çok konuşmak gerekiyor. çünkü sözcükler bazen sadece dile geliyor. yazmak yetersiz bir eylem olarak yanıbaşımda kalıyor.

yüzünü bana dönüp gittiğin günlerden biri olsa gerek ki ben yine uykusuz, anlamsız günlerden birinde kendimi olur olmaz yerlerde buldum. bir gün çok acı çekeceğini biliyordum. ama bunda benim hiç payım olmayacaktı. kendi kendini yaralayacaktın. sonra tüm pişmanlığınla gelip kendini benim karşımda yargılayıp, asacaktın. hiçbir intihar senin benden gidişinden daha çok acı çektirmeyecek bunu da biliyorum. ölmekle unutur insan her şeyi. insanın doğası bu. uyumaktan ne kadar kaçamıyorsa ölüm de o kadar peşinde geziyor insanın.

hep gitmekten söz eden sen oldun. ama şimdi bakıyorum da seni öylece hiç sevmediğimiz gri şehrin kalabalığında "yalnız" başına bırakan ben oldum. ama bunu da sen seçtin. "ayrılık da sevdaya dahil" diyor attila ilhan. evet şimdi aramıza giren tüm ayrılıkları topluyorum, sevdamıza dahil ediyorum. aramıza onca ayrılıkları ekledik ama nedense bir nefes daha ekleyemedik. sözcükler kaldı, birbirimize hiç söyleyemediğimiz. "aşk" dedik. hayır, biz birbirimize aşık olamadık hiç. aşk yetersiz bir sözcük geldi. aşk şeffaftı; hep kırıldı, kırmızı sarhoşluklar içimize döküldü.

sesini duymak istemiyordum en fazla. çünkü sesin bana tüm sözlerimi unutturuyordu. kulaklarımı bu yüzden tüm şarkılara kapattım. en fazla sessizliği dinledim. sessizlik de öldürmedi beni. yalnızlığın sağırlığı doldurdu kulaklarımı. gözlerim hiçbir şeyi gördü. metruk bir ev gibi hissettim kendimi. tüm odalarımı siyaha boyadım. "sana" yazdıklarımı hep senden gizli; bütün doğruları ise kendimden uzak tuttum. senin doğruların -ki doğruysa- benim doğrularım hiçbir zaman olamazdı. (şu an ruhumun soğukluğunu cehennemden başka ne alabilir ki?)

bir gerçek daha arıyorum. senin hiçbir zaman bilemeyeceğin. ve eski not defterimin arasından bir kaç cümle daha dökülüyor:

"...

'yazmam bir daha'lara inat yine kâğıda kaleme sarılmışsan,
ilkokul öğrencisi tadındaki şiirlerini eğri büğrü yazınla düzgün ama bir o kadar da üzgün türkçene iliştirmişsen...
... 'duymam bir daha'lara inat yine "o" şarkıyı dinlemiş,
ellerini kulaklarına bastırıp duymama gayretine rağmen bağıra çağıra şarkıyı söylemişsen; bir de şarkıyı gözyaşına eklemişsen...
... 'dokunmam bir daha'lara inat yine fotoğrafları açıp bakmışsan,
ve gözlerin yine saçma sapan bir şekilde uzaklara dalmışsa...
...'aşk bir hastalık' söylemlerine inat yine o şiirleri okumuşsan,
ve "sana" yazılıp yazılmadığını merak etmişsen...
... özlemişsen...
... ne olur sanki bir sigara içmişsen...

ve gözlerini aynaya dikmişsen... aynayı kırmayı içinden geçirip, gözlerini bir kalbe iliklemişsen...

/ . . ./

beni unutma...
bu sabah bir elini doğuya uzat. burada çok güneş battı. bir çoğu hiç doğmadı.
ve bir deli bir ay sonra yeni uyandı

-11/08/2006- ..."

...

hayat bugün beni çok unuttu.
ve ağzımın kenarına o çok sevdiğim şarkı yine ilişti:

"bir gün belki hayattan..
geçmişteki günlerden...
bir teselli ararsan,
bak o zaman resmime..."


Kaynak


Resimlerini kullanmama izin verdiği için Aydan'a en derin teşekkürlerimle...

11 Temmuz 2008 Cuma

Sizi Sevmiyorum...


"

sesimden arındım ve ufku
bir harmani gibi giyindim
kahraman bir korkaktım
kavmimin kadim tarihinde
ki onlar için umutsuzluk
kendim için haramiydim

böyle bilindiydi bu hikâye
yarından bugüne kaldıydı

tersine akan bir ırmaktım
sözün şaşkın serinliğinde
kendi deltasında boğulandım
ve sizi sevmiyorum ey kavmim
yakın beni rüzgârın ıslığa
islığın hükme döndüğü yerde

derim ki ey kavmim, zulmünüz
payidar, yurdunuz çığlığımdı
ki hükmümü kendim veriyorum
yakın beni sesim sorulara dönmeden
küllerimin altında kalacak
mutluluk sandığınız ne varsa

böyle yaşandıydı bir ömür ve söz
giyotindi sözün belleğinde "

Seni sevmek direnmekti sevgili..




Seni sevmek, bu kentin tozlu, soluk ışıkları ruhumu ısıtırken, aynı gecenin yıldızları altında seni deliler gibi özlemekti...Seni sevmek, direnmekti sevgili! Güçsüz olanı acımasızca yok eden bu kentin hoyratlığına ve senin için, artık inanmaktan çoktan vazgeçtiğin, yaşadığın hayalkırıklıklarıyla çok uzun zamandır kaybettiğin o aşk duygusunun gerçekliğinin canlı ispatı olmaya direnmekti.Kalbine inançla aşk tohumları ekmekti, seni sevmek.Seni sevmek, o yitirdiğin aşk şarkısı adına, sana umut vermekti…
Seni sevmek, ait olduğun gökyüzünde seni özgür bırakmaktı…Koparmamaktı, kanatlarını…Sevmek, çocuksu bir saflıkla, tek vazgeçemeyeceğinin ben olduğuma kendimi inandırarak, hayatına boyun eğmekti…


Sevmek, seni değil, çocukluğumu, düşlerimi, kendimi aldatmak olmuştu artık…Bana bağlanan masum aşkları, seninle aldatmak olmuştu.Kimseye veremedim yüreğimi.Ne zaman baksalar içime, yüreğimin kırık aynasında kendilerinin değil, senin yüzünün aksini gördüler hep.Sessizce çekip gittiler.Fark etmedim bile gittiklerini…
Gittin…


Seni sevmek, bensiz akıp giden hayatına bir yabancı gibi uzaktan bakmak oldu çoktandır…Şimdi, bu acıya bir son vermesi, kendisini terk etmesi, sonsuzluğa bırakıp gitmesi için birbirine yalvaran iki yüreğiz artık…”Ayazda İki Yürek” gibiyiz…Sen, benim şizofren aşkımsın…Bense, senin sızlayan vicdanın…”


seni sevmek direnmekti...Güçsüz olanı acımasızca yok eden bu kentin hoyratlığına ve senin için inanmaktan çoktan vazgeçtiğin, yaşadığın hayal kırıklıklarıyla çok uzun zamandan beri kaybettiğin o aşk duygusunun gerçekliğinin canlı ispatı olmaya direnmekti. Kalbine inançla aşk tohumları ekmekti.

Seni sevmek, o yitirdiğin aşk şarkısı adına sana umut vermekti.

Seni sevmek bensiz akıp giden hayatına bir yabancı ot gibi uzaktan bakmak oldu...

Yabani ot gibi ruhumu sarıp sarmalayan öfkemle benliğimden uzaklaşmayı kendime yakıştıramamak; Sıkışıp kaldığım bu karanlık dehlizde kendi kalbimde, yalnızlığımda sensizliğimde kendi aşkına delirmek olmuştu artık seni sevmek..

Şimdi bu acıya son vermesi, kendisini terketmesi için birbirine yalvaran iki yüreğiz artık... "Ayazda İki Yürek" gibiyiz.. Sen benim şizofren aşkımsın... Bense senin sızlayan vicdanın...


Affet beni sevgili....

Sonra sevmek yaralı kalbimi başka yüreklerle avutmak yanılgısına kapılmak oldu.Buna hakkım olduğunu düşünsende aslında biliyorum içten içe affetmeyacaktin beni. Sen çoktan parçalamıştın zaten.. Benimde yüreğimi böldüğümü düşünmek sana bile ağır gelirdi! Oysa ben seni değil kendimi cezalandırırdım başka yüreklerde.. Ruhumu kemiren bu deli aşkı cezalandırırdım.. Bunu anlamadın mı? Sevmek seni değil çocukluğumu, düşlerimi, kendimi aldatmak olmuştu artık...

Kimseye veremedim yüreğimi Ne zaman baksalar içime kendilerinin değil, senin yüzünün aksini gördüler hep... Sessizce çekip gittiler Fark etmedim bile gittiklerini...

Neden dürüst olmak için beni seçmiştin sanki.. Gerçeğin acımasız zindanlarında neden beni kilitli bırakmıştın? Ne çok düşündüm bu soruların cevabını. Ne çok sorguladım kendimi.. Nerede hata yaptığımı, neyi eksik bıraktığımı......Acaba seni yanlış mı tanımıştım..

Bana hep ne kadar asil bir yüreğimin olduğunu söyler dururdun..

İsyanım kalbimim ezilmiş parçalarının üstünü örtüp sessizce çekip gitmek olurdu en fazla...

Seni sevmek bundan yıllar önce seni bir idol gibi içimde büyütüp, hayranlığımın yavaş yavaş aşka dönüşünü ürkekçe gizleyerek kalbime aldığım mektuplarıma aynı özlemle, aynı hayranlıkla verdiğin cevaplara inanmaktı..

İyiliklerim bile güçsüzlüğümdendi.. Beni daha çok kırmasınlar diye...

Buydu benim asıl dramım..

İşte böylesine koparmışlardı beni benden, beni senden..
Kabul etmek istemeyeceksin ama itiraf edeyim istersen; Seninle değildi benim derdim kendimleydi... Neye yarardı seni anlamam. Neye yarardı o kanayan sesini içimde hissetmem. Benim derdim seninle değil.. Aynam kırılmış birkere..

Sandığın gibi cesaretimden değil, korkumdan başarıyorum onca şeyi.. Korktuğum için haykırıyorum, Korktuğum için tanrıların elindeki ateşi çalmak istiyorum..

Seni bir başkasıyla yakalamak istediğin mutluluğa engel olmayı istemeyecek kadar çok sevdim..
Bir başka aşka tutanarak ıssızlığından sıyrılabileceksen eğer; kalbinde derin bir suçluluk duygusu pişmanlık ve acıdan başka bir şey yaratabilmekten yalnızlığına ilaç olabilmekten aciz bir adım öteye gidemeyen şu deli sevdamın ağırlığını üzerinden alıp gidebileceğimi söylebilseydim.....

Aşkımı ''bir eflatun ölüme'' sarıp gidebileceğimi..



Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir. Her sözcük dilimin ucunda küfre dönüyor çünkü. Bir gök gürlese bari diyorum bir sağanak patlasa.. bitse bu sessizlik !


Cezmi Ersöz

Kimi Sevsem..






Kimi sevsem, onun hep uzakta bir sevdiği vardı, unutamadığı ilk aşkı ya da onu terk edip giden sevgilisi... Kimi derinden sevsem, o bir başkasını derinden hatırlardı. Öylesine çok sevdim ki onları, başkalarına duydukları sevgiyi anlatmalarını, sessizce, içim acıyla kanayarak dinledim. Beni yitirmekten hiç korkmadılar; çünkü onlara göre fazla iyiydim; bu yüzden ilk anda vazgeçilebilirdi benden.

Beni terk edenlerden tek isteğim olurdu. 'Ne olur, bir daha beni aramayın! Çünkü ben kolay unutamıyorum. Çünkü ben size duyduğum o akıl dışı aşk yüzünden keder bahçemi dağıtıyorum. Çocukluğumun o güzel bahçesini.' Böyle derdim onlara ama yine de ararlardı beni... Soluksuz ve umutsuz kaldıkları bir gece mutlaka akıllarına ben gelirdim... O, yedek sevgili! ..


Cezmi Ersöz

KIRK YILDA BİR GİBİSİN..





Biraz Sabahattin Ali'nin ''Kürk Mantolu Madonnası''ydın; biraz Ahmet Hamdi Tanpınar'ın ''Huzur'' da anlattığı Nuran ve en çok da Nilgün Marmara'ydın.Ne yalan söylemeli; yine Tanpınar'ın ''Yaz Yağmuru'' hikayesindeki o büyülü, o uçarı kadında da senden çok izler vardı.
Masum bir sevinç için ikbal yakan kadınlardandın sen...


Bir cinnetin, bir karabasanın yaşandığı bu hayatta artık yoksun.İyiki de yoksun diyorum; çünkü çok acı çekerdin.Beynindeki esrarda yetmezdi seni avutmaya.


Ölümüne kadar, sana olan aşkımı bir sır gibi saklayıp, bu aşka o derin merhametinle bağlandığın için sana minnetarım.Çok yalnızım ve seni çok özlüyorum...


Sen benim için KIRK YILDA BİR gibisin; öyle eksik, öyle hazin, öyle paramparça...


Cezmi Ersöz

3 Temmuz 2008 Perşembe

Git..



git iş işten geçmeden, çok geç olmadan vakit,
günahıma girmeden, katilim olmadan git!

git de şen şakrak geçen günlerime gün ekle,
beni kahkahaların sustuğu yerde bekle.

git ki siyah gözlerin arkada kalmasınlar,
git ki gamlı yüzümün hüznüyle dolmasınlar

madem ki benli hayat sana kafes kadar dar,
uzaklaş ellerimden uçabildiğin kadar.

hadi git, benden sana dilediğince izin,
öyle bir uzaklaş ki karda kalmasın izin.

kahrımın nedenini söylesem irkilirler;
çünkü herkes beni kays, seni leyla bilirler.

sanırlar ki sen beni biricik yar saymıştın;
oysa ki hep yedekte, hep elde var saymıştın.

hadi git, ne bir adres, ne bir hatıra bırak,
zannetme ki pişmanlık, mutluluk kadar ırak!

sanma ki fasl-ı bahar geldiği gibi gitmez,
sanma ki hüsranını görmeye ömrün yetmez.

her darbene tehammül edecektir bedenim,
gururum mani olur perişanıma benim.

yari ferhat olanın ellerle ülfeti ne?
şirin ol katlanayım dağ gibi külfetine.

henüz layık değilken tomurcuk kadar aşka,
sana gül bahçesini kim açar benden başka!

hercai arılara meyhanedir çiçekler,
kim bilir şerefinden kaç kadeh içecekler!

madem aşk tablosunun takdirinden acizsin,
git de çağdaş ressamlar modern resimler çizsin.

ne vedaya gerek var, ne de mektuba hacet,
git de allah aşkına bir selama muhtaç et!

güllere de aşk olsun gene sen kokacaksan!
fallara da aşk olsun gene sen çıkacaksan!

kopsun nerden inceyse artık bu bağ, bu düğüm,
her gece daha berbat, daha vahim gördüğüm.

korkulu düşlerimi yorumdan kaçıyorum;
sırf sana üzülüyor, sırf sana acıyorum.

git iş işten geçmeden, çok geç olmadan vakit,
günahıma girmeden, katilim olmadan git!

Cemal Safi

2 Temmuz 2008 Çarşamba

Kusursuz Aşk





"O'na"


artık gitme demeyeceğim, zaten iyice hazırsın bu sefer.
herşeyi yanında götür; anılarımızı, umutlarımızı, sevgimi de al belki lâzım olur.
tek kelime etmesem diyorum, ama etmeliyim, sana bilmediğin bir şeyden
bahsetmeliyim; kendimden. evet, onca zaman tanıdığını sandığın benden.
hırçın yanımı gördün daha çok, oysa öyle uysal bir çocukmuşum ki.
neydi beni zaman zaman hoyrat yapan?
sanırım, düşünmedin.
birini ayrı tutsam da renklerin hepsini sevdim, mevsimleri de.
aslında çok şey var sevdiğim,
kavgalar ve savaşlar dışında bir de niye olursa olsun vedalaşma anları,
isterdim ki uyumlu halimi yaşasaydın daima ama bana hep vurgun
saatlerinde geldin, ya da sen vurdun.
uzaklara bakardım uysal çocukluğumda içimde dolmayan derin boşluğumla,
denizden gelecek bir gemi bekledim durdum,
sonra yıldızlara baktım yıllarca ve sen sandığım bir yıldıza.
kadınlar, erkekler, çocuklar ve şehirler tanıdım, çoğunu da sevdim.
aşklarım da oldu, hem de uğruna ölebileceğim aşklar, ama en çok seni sevdim.
ve şimdi gidiyorsun, evet git içimdeki melek sana dua edecek.
sanırım kahrolmayacağım bu veda sahnesine - senin baban öldü mü?
bu gidiş ölümden beter olamaz.
hangisi doğru bilmiyorum,
seni uğurlayıp öylece kalmak mı?
yoksa, benim uyumamı bekleyip gitmen, benim de sensiz sabaha uyanmam mı?
bence şimdi git, hayır gitme! yani git de önce üstümü ört, ben uzanayım şöyle, ışığı kapat ve git.
hayır hayır gitme!
yani git de ışığı yak git, ben karanlıktan korkuyorum da!
hem sensizlik hem karanlık bu kadarı fazla.
üstümü de örtme bu şevkat de fazla, ışıkların hepsi açık olsun.
içim burkuluyor sen nasıl gidersen git.
dur, burayı iyi dinle; birkez daha söylüyorum ve son kez.
seni seviyorum.
sen giderken ben içimden haykıracağım 'kusursuz bir aşktı bu' diye.
kusursuz bir aşktı benim sana büyüttüğüm sen ne yaşadın bilmiyorum...

Soner Arıca..

1 Temmuz 2008 Salı

Selçuk Efesspor..

İzmir Selçuk ilçesi, yürüyüş yolunda gördüğüm genç futbolcu arkadaşlar ve genç taraftarların resmini çekmiştim, onlara söz verdiğim gibi burada yayınlıyorum..